Çok eğleneceğiz seninle!

2.6K 197 259
                                    


ben bu fice hevesle başlamıştım yaa

başım ağrıyor ama yazmam gerek

hosgeldinizz!!!

***

Yazın tatlı esintisi, daha çok kavuran sıcağı camlar arasından ahşap döşemeli salona yayılıyor, bunaltıcı hava nefes almayı zorlaştırıyordu. Evden çıkmaktan başka yapılacak daha olağanüstü bir olay olmadığından boş olan caddelerde sadece güneşin ışıkları yayılıyor, kasabayı adeta cehenneme çeviriyordu.

Çoğu kişiden erken, genellikle hiç kalkmadığım o saatlerde uyanık bir halde mutfakta ne yaptığım konusunda zihnimin bir cevabı yoktu fakat hareketlerime bakılırsa sabah 6'da yapılması muhtemel olmayan kahvaltı adına krep hazırlıyor gibi görünüyordum. Jimin ve Hoseok akşam vakti odalarına geç gitmişlerdi ve erken bir saatte uyanmayacakları kesindi. Bense gözüme uyku girmediğinden tahminimce ev halkından sonrasında zor bela daldığım uykuyla iki üç saat kestirmiş, ardından sebebini bilmediğim bir biçimde bu saatlerde uyanarak kendimi banyoda bulmuştum.

Başta amacım işimi halledip yatağa geri dönmek ve yeniden uyumaktı fakat duş almaya başladığımda buna gönüllü olmadığımı anlayarak uyanık kalmaya karar verdim, ve üzerimi değiştirir değiştirmez bunun iyi bir fikir olabileceğini düşünerek mutfağa uğrayıp kendimce bir şeyler hazırlamak istedim. Şimdi burda, elimdeki karışımı düzenli daireler halinde tavaya dalgınca yerleştirirken nemli saçlarım alnıma dökülüp gözlerimi kapatıyordu. Zihnim ne olduğunu bilmediğim onlarca düşünceyle doluydu ve tek yapabildiğim iç çekerek evin ve kasabanın ölü sessizliğine eşlik etmekti.

Krebi iyice piştiğine emin olarak elimdeki spatulayla ters çevirdiğimde dalgın olmama rağmen hala hareketlerimin farkında olduğumun bilincindeydim fakat dedim ya, bakıyor fakat görmüyor gibiydim. Gözlerim oradaydı fakat zihnim bambaşka görüntüleri canlandırıyor ve seyrediyordu kendi içerisinde.

Burada geçirdiğim vakit her ne kadar huzurlu da geçse, böyle devam edemeyeceğimi ve bahar gelir gelmez eski düzenim için şehre yeniden dönmem gerekeceğini bilerekten yazın tadını çıkarmak istiyor, fakat yine de mutlu olmayı beceremeyen ruh halim sebebiyle burada somurtan bir suratla geçiriyordum günlerimi.

Jimin hep derdi; biraz gülümsemem gerektiğini, ve bunun bana gerçekten iyi geleceğini fakat etrafımda beni mutlu eden herhangi bir olay yaşanmaz iken boş yere hormon salgılamak hücrelerim için bir hakaretti. İnsanlar mutlu olabilirdi, çevremdeki insanlar sevdikleri şeyler için yaşıyor ve hayata dört kolla bir yerlerden sarılıyordu fakat kolumu kaldıracak kadar güçlü hissetmiyordum kendimi. Çevremdeki dünya kaygan bir sabun gibiydi ve ben onu tutmayı denedikçe avuçlarımdan kayıp gidiyor, bana olanak tanımıyordu sanki. Ne zaman tutmayı denesem onu hep düşürmüştüm elimden ve bir daha da yeltenmemiştim buna.

Bu hep böyleydi. Bazen zihnime uğrayan düşünceler arasında ne zaman öleceğim, bunun beni mutlu mu huzurlu mu yoksa perişan mı kılacağı ve benzer binlercesi vardı. Ara ara beni meşgul eden bu düşünce silsileleri bir vakit sonrasında yok oluyor ve yerini hayatın telaşlı sıkıcılığına bırakıyor, sanki hiç orada değilmiş ve olmamış gibi tamamen yok oluyordu. Tabii bu dediğim sadece bir süreliğine oluyordu.

Kreplerden pişen ikisini tezgaha koyduğum bir kaba ekledikten sonra diğer hamuru dökerek yavaş yavaş kabaran baloncukları izledim. Çocukluğumdan bu yana en sevdiğim vakitler, sabahın bu ölümcül sessiz saatlerinde sokaklarda kimsenin olmadığı, ara ara dışarı çıkıp oturduğum çimlerde karıncaların tatlı telaşını izlediğim ve eski evimizin önünden geçen komşuların hayatlarını merak ederek zihnimden senaryolar uydurduğum o şafağa aitti. Huzurun tanımını bağlayabildiğim tek yere, insanların hiçbir sorun yaşamadığı ve herkesin rüya aleminde dolaştığı o vakte. Çocukluğum, geçmişime.

‡-C r i m i n a l-‡Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin