10. Bölüm

850 164 29
                                    


"Efendim?" dedim Ahsen'in söylediği şey üzerine. İki yanıma baktım, yanımızda başka biri yoktu ve söylediği şeyin muhatabı kesinlikle bendim.

Yürek yiyip gelmiş olma ihtimali mi vardı bu kızın?

"Bir dakika bir dakika, senin yanakların mı kızarıyor? Güncellendin mi sen, bünyene kızarma özelliği mi yüklendi?"

Yanaklarımdan yükselen sıcaklık Kerim'i gördüğümden beri oradaydı ancak dışarıya yansımadığını umut etmiştim. Ahsen'e mi yoksa kızaran yanaklarıma mı daha çok sinirlendiğimin farkında olmadan, "Valla onca yıllık arkadaşım falan demem atarım seni denize," dedim. Ahsen eliyle ağzını kapama işareti yapsa da hala gülüyordu. Alıp verdiğim nefese konsantre olmaya çalıştım zira sakinleşmem için elimden gelen tek şey buydu. Ters ters ona baktım. Ahsen'in böyle şeyleri dillendirmeye başlaması mı, hislerimi dışarıya yansıtıyor olmam mı yoksa gerçekten hislerimin var oluşu mu beni daha çok endişelendiriyordu bilmiyordum. Bir yanım da tanımadığım, daha önce kıyısından dahi geçmediğim bu duygulardan korkuyordu. İnsanlardan uzak durmak için elimden geleni yapardım. Ve bunu hayatımın çoğunluğunda başarabilmiştim. Ancak Kerim beni gerçekten zorluyordu. Çünkü içimde bana karşı savaşan ve şu zamana dek yaptığım şeyin tam tersine adım atmak isteyen bir his vardı. Bu hissin günden güne daha kuvvetlendiğini hissedebiliyordum.

Kafamı dağıtmak için etrafımı izlemeye başladım. Daha önce bir defa okulla boğaz turu yapmıştık ve çok keyifli geçmişti. Eğer boğaz turunda size etraftaki her şeyi anlatacak biri varsa o gezi sizin için mükemmel hale gelebiliyordu. Hocamız tüm boğazı en inceliklerine kadar anlattığında tarih seçmenin benim için ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anlamıştım. O kadar keyifli bir tur olmuştu ki sonrasında boğazla ilgili araştırmalar yapmış, kitaplar okumuştum. Şimdi Dolmabahçe'nin yanından geçerken hocamızın anlattığı şeyler kafamda belirdi ve Ahsen'e dönüp, "Dolmabahçe'nin şu anki bulunduğu yer eskiden Kaptan-ı Derya'nın donanma gemilerini demirlediği yermiş," deyip parmağımla işaret ettim. Ahsen ilgiyle bakışlarını Dolmabahçe'ye çevirince beni dinliyor olmasına sevinip devam ettim.

"Yapımında Fransız, Alman, İngiliz, İtalyan ve Osmanlı mimarisi ile sentezlenen karışık bir mimari tarz uygulanmış. Gerçekten içini gezerken dikkat ederek baktığında bu farklılıkları görebiliyorsun," diyerek taze olan bilgilerimi onunla paylaştım. Dolmabahçe arkamızda kalırken hatırladığım ne varsa ona anlattım. Bunca zaman boyunca tarihi hep öğrenen taraf olmuştum. Şimdi birisine anlatmak gerçekten çok iyi hissettirmişti. Ancak anlattığım kişi Ahsen'di ve bir süre sonra ilgisi telefona kaydı. Ona anlatmayı bırakıp uzakta görünen Fatih Sultan Mehmet köprüsüne bakarken etrafımda toplanan birkaç kişiyi fark ettim. Hepsi bir şeyler anlatmamı bekleyen bir ifadeyle bana bakıyordu. Ahsen'e anlattığım zaman boğaza o kadar dalmıştım ki bu kadar kişinin beni dinlediğini fark etmemiştim bile. Onların beklentiyle bana bakıyor oluşu gerilmeme sebep olmuştu. Onca zaman boyunca dinlemiş olduklarını düşünmek bile istemiyordum çünkü denize atlamak dışında bu ortamdan kaçabileceğim herhangi bir yer yoktu.

"Peki, şu ilerideki kırmızı yalının hikâyesi nedir?"

Soruyu soran kişi Kerim'di. Kalabalıktan birkaç adım geride duruyordu, gözleri benim üzerimdeydi. Derin nefes alıp yapabileceğim şeyleri hızlıca kafamda sıraladım. Hiçbir şey demeden bu ortamdan kaçıp geziyi tuvalette ya da kimsenin göremeyeceği bir köşede bitirebilirdim. Bu bir seçenekti ancak herkesin gözü önünde kaçmayı gururuma yediremezdim. Bu fikri eleyip Titanik filmindeki Rose gibi hissederek denize baktım. Bu fikri detaylı düşünmeden eledim ancak gözüme kaçmaktan daha mantıklı gözükmüştü. Geriye kalan tek şey, Kerim'in sorduğu soruyu cevaplamaktı. Aklımı karıştırması yetmezmiş gibi başıma bir iş daha açmıştı. O, İstanbul'a geldiğinden beri monoton oluşundan memnun olduğum hayatım karman çorman bir hale gelmişti.

Beni Sen İnandırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin