"Şampiyon Güzide Çobanyıldızı."
Anonsu duyduğumda titreyen ellerimi ve kalp atışlarımı görmezden gelerek kürsüye çıktım. Yüzümdeki gülümseme saatlerdir yerinden ayrılmamıştı. Yanaklarımdaki ağrıyı hissedebiliyordum. Bu, benim için Dünya Şampiyonası'nda birinci olmak kadar yeni bir şeydi. Kendimi gülümserken bulduğum her an toparlanmaya çalışsam da başaramıyordum. Hayatım boyunca gerçekten başarılı hissettiğim anlar olmuştu ancak bu hepsinden çok daha büyüktü.
Yapım gereği mutluluğu zirvelerde yaşayan bir insan olamamıştım. Hayatım boyunca hep her an bir şeyler bozulacakmış, biri kolumdan tutup beni mutlu olduğum yerden götürecekmiş gibi hissederek yaşamıştım. Ancak şu an bunların hiçbirine kalbimde yer yoktu. Saf mutluluğu iliklerime kadar hissediyordum.
Yetkililerin ellerini sıktıktan sonra Spor Bakanı'nın karşısında durdum. Elinde aylardır, belki de yıllardır emek verdiğim birincilik madalyam vardı. Tekvandoya ilk başladığımda Dünya Şampiyonluğu'nu geçtim, Türkiye Şampiyonası'na dair bile hayaller kurmazdım. Çocukluğumdan beri hep gerçekçi olmuştum ve ne kadar başarabileceksem o kadar hayal kurardım. Şimdi, Spor Bakanı'nın elinde tuttuğu madalyam benim çocukluk hayallerimde bile olmayan, spor kariyerimin en zirve anıydı. Başımı hafifçe eğip madalyayı taktığında hem ülkem hem de kendi adıma elde ettiğim başarı somut bir hale bürünmüştü. Teşekkür edip yerime geçtim, sağımda ikinci, solumda ise üçüncü duruyordu. İkisini de hafif bir baş selamı ile selamlayıp önüme döndüğümde Türk bayrağının göndere çekildiğini ve ardından milli marşımızın başladığını belirten melodiyi duydum. Gurur tüm damarlarımda dolanıyordu.
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Tüm salonun tıpkı benim gibi boğazını patlatarak marşa eşlik ettiğini duyabiliyordum. Gözüm bayraktaydı ve bir an bile ondan çekmeden tüm marşı söyledim. Marş bittikten sonra tüm salonda Türkiye tezahüratları yapılmaya başlandı. Tekvandoda kadınlar ve erkeklerde madalya alanlar önde, diğer sporcularda arkada tribünleri selamlarken coşku az öncekinin tam iki katına çıkmıştı. En önde ben vardım ve elime kocaman bir Türk bayrağı tutturmuşlardı. Normalde arka taraflara geçme hissiyatıyla asla böyle bir şeye girişmezdim. Ancak şu an yerimin tam olarak orası olduğunu biliyordum. Başım dik, bayrağı sallarken diğer elim madalyamın üzerindeydi. Hayal olduğunu düşündüğüm her an beni gerçek olduğuna inandırıyordu.
Tribünleri gezdikten sonra herkes ailesinin yanına gitti. Annem ve ablam beni salonun dışında bekliyorlardı ve Kerim'de ortalıkta gözükmüyordu. Gitmiş olabileceği düşüncesi kafamı kurcalarken annem ve ablamı gördüm. Ve tam yanlarında Kerim vardı, onlarla sohbet ediyordu.
Annem, ablam ve Kerim sanki uzun zamandır tanışıyormuş gibi derin bir sohbet içerisindeydiler. Bu uzaktan bile belli oluyordu. İkisi de yüzlerinde ufak tebessümlerle Kerim'i dinliyor, bazı anlarda başlarıyla onu onaylıyorlardı. Yanlarına doğru gittiğimizde geldiğimizi görüp bize döndüler. Gözlerimde soru işaretleri olduğundan emindim ancak bu soruların hepsini eve gittiğimde cevaplandıracaktım.
"İşte bizim şampiyonlarımız geldi."
Ahsen'e baktım. Yüzündeki buruk gülümsemeyi görünce kolumu omzuna atıp onu kendime çektim ve sarıldım. O da hiçbir şey demeden kolunu belime attı. Tekvando bana birçok şey kazandırmıştı ancak en önemli kazançlarımdan biri Ahsen'di. Ahsen, benim gerçekten anlaştığım tek arkadaşımdı.
"İkinizi de tebrik ederim," Kerim konuştuğunda tanıdık kalp çarpıntısı geri gelmişti. İkimizi de tebrik etse de gözleri üstümdeydi, bunu hissedebiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beni Sen İnandır
Ficção AdolescenteBenim adım Güzide değil. Yıllardır insanlara ısrarla bunu anlatmaya çalışıyorum. Biriyle yeni tanıştığımda kimliğimde yazan, annemin bana verdiği ismi hiçbir zaman söylemem. Adım Güz derim, çünkü öyledir. "Benim adım Güz" dediğimde çok daha iyi hiss...