5. Bölüm

1K 191 27
                                    


"Yok, valla yapamıyorum, olmuyor."

Hayatım boyunca hep çalışkan bir öğrenci olmuşumdur. İlkokuldan liseye dek takdirle geçmiş, üniversiteye başladığım iki yılda da not ortalamam üçün altına hiç düşmemişti. Bu durumda biraz babamın da etkisi vardı. Liseye ve üniversiteye gitmek için tüm aile seferber olup gönlünü zar zor yapmışken bir de düşük not getirme lüksüne sahip değildim. Ancak kendimi bildim bileli yapamadığım tek bir ders yabancı dildi. Tarih okumak istediğim için sözel bölümü seçmiştim ancak matematikte iyi olsam dahi dilde çok kötüydüm. Dalga geçilme korkusu da işin içine girince iyice uzaklaşmıştım. Tarih bölümünü seçtiğimde dilden kurtulacağımı sansam da İngilizce belalı gibi peşimi bırakmamış bir de yanına Osmanlıca eklenmişti. İngilizce ve Osmanlıca derslerini iki senedir bütünlemeye kalmadan geçmeye çalışıyordum.

Ve ben ecel terleri dökerken yanımda geyik yapan Ahsen hiç yardımcı olmuyordu. Hava güzeldi, antrenmandan sonra kulübün bahçesinde oturmuş ders çalışıyordum ve Ahsen telefonundan kedi videoları açıp gülüyordu. Birkaç kez sessiz olması için uyardıktan sonra telefonunu kenara koyup notlarıma baktı.

"Dünya şampiyonluğu için ter döken tekvandocu Güzide Çobanyıldızı, röportajda tek bir kelime bile İngilizce konuşamadı," diye eliyle havaya görünmez bir manşet çizdi. Ona ters ters baktığımda omuzlarını silkip, "Gazete manşetlerini ben hazırlamıyorum. Bana kalsa kocaman harflerle Güz yazardım," Sırıtarak bana baktığında kafasına vurup, "Aferin evlat, seni iyi eğittim," dedim. Saçını düzeltip, "Kaç gündür Osmanlıca çalışıyorsun ve hala anlamadın mı? Keşke şu izlediğin yabancı dizilerin Osmanlıca alt yazısı olsaydı da öyle izleseydin," 

Kalemimi bırakıp onu alkışladım. "Ben nasıl düşünemedim bunu Ahsen?"

"Bütün dizileri dublajlı izlersen İngilizce'de böyle kalırsın işte. Sana hep altyazılı izle diyorum. Yok, ama hanımefendi asla İngilizce dinlemez, konuşmaz, kendini geliştirmez. Bütün bunlar teklif dahi edilemez."

Başımı ellerimin arasına alıp ofladım. "Keyfimden değil ki. Sevmiyorum, sevemiyorum. Tamam, Osmanlıca bizim köklerimizde olan bir dil. Onu öğrenmek ve Osmanlıca metinleri, kitapları okumak istiyorum. Ancak İngilizceyle alakalı zerre ilgim ve hevesim yok. Bu dönem de kalmadan verip kurtulmak istiyorum."

"Bence de dizileri altyazılı izlersen İngilizce'yi çok rahat öğrenebilirsin," 

Konuşmamızın ortasına giren sesi tanımamak mümkün değildi. Saniyenin onda birlik kısmında Ahsen'le birbirimize bakıp aynı anda arkamızı döndük. Kerim yanımıza doğru yürüyordu, elinde tabldot vardı. İkimize de gülümseyerek bakıyordu. Normal çocuklar doğarken ağlıyordu, o kesin tarihte bir ilke imza atmış ve gülerek doğmuştu. Geçen günkü üzüntülü halinden sonra eski haline dönmüş olmalıydı.

Birini hep gülerken görünce hiç derdi yok, hep mutlu sanıyordunuz ancak her şey göründüğü gibi değildi.

"Oturabilir miyim?" diye sorduğunda Ahsen gülümseyerek, "Tabi," deyip eliyle karşımızı işaret etti. Kerim'in bakışları izin alır gibi bana dönünce derin nefes alıp zoraki bir gülümsemeyle kafamı salladım.

"Çok teşekkür ederim. Buralarda sizden başka tanıdığım kimse yok," İçinde kocaman ve yemyeşil eriklerin olduğu tabldotu önümüze doğru itip, "Lütfen siz de alın," dedi. Nisan ayının daha başlarıydı ve erikler yeni çıkmıştı. Annem pazardan bile iyisini alamamışken Kerim'in yabancı olduğu bir ülkede böylesine güzel erikler bulması şaşılacak bir durumdu.

"Bu kadar iyi erikleri nereden buldun?" deyip ısırdığı eriğe hayranlıkla baktı Ahsen. Ben adamı masamıza bile zorla kabul etmişken onun muhabbet kurmaya çalışıp bir de üzerine eriklerinden yemesi sinir bozucu bir durumdu. Kerim'e fark ettirmeden ayağına tekme atsam da umursamadan erikleri yemeye devam etti.

Beni Sen İnandırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin