11

993 66 48
                                    

Araba yolculuğum sırasında bir kaç kez Ocea'ya seslenmiş olsam da kendini benden geri tutmuştu. Sebebini bilmediğim bir şekilde Ocea'nın bana kızgın olduğunu düşünüyordum. Her zaman ona ulaşamıyor olabilirdim, o istediğinde bana geliyor olabilirdi ama bu kritik bir durumdu. En azından beni, daha doğrusu bizi kritik bir durumun eşiğinden döndürmüştü.

Bana gelmediğini bile bile içimden binlerce kez ona teşekkür ettim. Minnettarlığımı hissetmesini istiyordum.

Engebeli yolları aşarak Demirgan Malikanesinin düzgün yollarına kucak açmıştık. Seranay ağlamaktan helak olmuş bir vaziyette omuzumda uyuyakalmıştı. En azından şu an kendini güvende hissedeceği bir yerdeydi. Benim yanımda.

Saat kaçtı bilmiyorum ama gün aydınlamaya yüz tutmuş bir şekilde gözlerimizin önüne eşsiz bir manzarayla seriliyordu. Önceden bu saatlerde Serenayla iki bira ve iki kamp sandalyesi eşliğinde denizin eşsiz manzarasına karşı gülmekten kırılırdık. Neye güldüğümüzü hatırlamakta zorlansamda o anlar gözümün önüne gelince hafifçe bir tebessüm dudaklarımda belirdi.

Keşke hep o anlarda kalsaydık.

Gözlerim Serenay'ın yüzüne tutam tutam düşen altın sarısı saçlarına değdi. Bir keresinde saçlarını kestirmemesi için onu banyoya kilitlediğimi hatırladım. Hatta o kadar uzun süre orada kalmıştı ki bana inat ense kısmını jiletle kazımıştı. Onun o kötü saçlarını hatırladığımda sesli bir şekilde güldüm.

Anılar son zamanlarda peşimi hiç bırakmıyordu.

Seranay omuzlarımın sarsılmasıyla irkilerek uyandı. Başını hafifçe kaldırarak çatallı sesi ve kızarmış gözleriyle konuştu.

"Neye gülüyorsun?" Sorgulayıcı bakışları yüzümde gezindikten sonra, yorgunluğun etkisiyle tekrar gözlerini kapatmasıyla sonlandı.

Kahkahalarımı tutamıyordum, o kadar şiddetli gülüyordum ki Serenay omuzumdan kafasını çekti. Bu kahkahalarımın fırtına öncesi seslilik olduğunu buğulanan gözlerim sayesinde anladım. Gülüşlerim önce birer hıçkırmaya dönmüştü. Birden gözyaşlarımı koyuverdiğimde Serenay şaşırmış bakışlarıyla mavi gözlerini üstüme dikti. Elimle yüzümü kapatarak ağlamamın şiddetini kesmeye çalışsamda başarılı olamıyordum.

"Kül," dedi Serenay ağlamaklı sesiyle. "Beni korkutuyorsun, iyi misin?" Bu soruyu benim ona sormam gerekse de teselli edilen taraf ben oluyordum. Ellerimi yüzümden çekerken dış kapının gürültülü sesi eve geldiğimizi belli etmişti.

"Çok korktum Serenay, ölüyorum sandım." dedim. Konuşmam iç çekmelerim ve derin nefeslerimle bölünüp dursa da Serenay ne dediğimi cümleyi bitirmeden anlamış kollarını sıkıca bana sarmıştı. Kollarım iki yanımda öylece bana sarılmasının verdiği huzurun tadını çıkarttım.

"Saçının teline zarar gelsin," dedim ondan biraz uzaklaşarak. "Yakarım bu dünyayı," Göz yaşım yanağımdan kayıp giderken Serenay cümlemi tamamlamış yaşlı gözlerimin esaretine uğrayan büzülmüş dudaklarımı özgür bırakarak güzel bir tebessümü yüzüme yerleştirmemi sağlamıştı.

Elimle yanağını bir kaç kez okşayarak gözlerimi kapattım. Sonunda özgürleşmişim gibi rahatlamıştım.

Devrim Demirgan kapımı açtı. Elimi Serenay'ın yüzünden çekerek bakışlarımı mümkün olduğunca Devrim'den gizledim. Arabadan indiğimde yaptığım ilk iş gözyaşlarımı yüzümden tamamen silmek olmuştu. Gözlerimin ve burnumu kızarıklığı beni ele versede kimseye alelen bir göz yaşı göstermeye gerek yoktu.

Ölüm ÖpücüğüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin