Belgeselleri hiç sevmezdim. Özellikle avcı ve av temalı ilerleyenleri. Bir aslanın, ceylanı katletmesine göz yumamazdım mesela. Yine de gözümü alamayıp izlerdim. Ceylan'ın göz bebekleri öylesine irileşirdi ki; korkudan saliselik titreyişler görürdüm gözlerinde. Sanki kalbinin atışı kulaklarımda çınlardı. Sıklaşan nefes alışverişlerini saymaya uğraşsamda içinde olduğu durumu sezmesine o kadar hayran kalırdım ki her seferinde saydığım sayıyı unutup boşverirdim.
Ceylan kurtulamayacağını anlayınca boşa bir hamle yapardı, en azından şansını denemek için. Öyle ya kimilerine şans gülsede büyük çoğunluk avcısının elinden kaçamazdı. Aslan öylesine heybetliydi ki ceylanın yanında, zaten filmin başındayken sonunu tahmin edebiliyordunuz.
Ve ben tamda şu an, dayanamama rağmen izlemekten kopamadığım ceylandan farksızdım. Esen rüzgardan mıdır bilinmez titremeye başlamıştım bile. Nefes alışverişlerim öylesine sıklaşmıştı ki belli etmemek için tırnaklarım avuç içlerime sıkı sıkıya bir baskı uyguluyordu. Yavaşça alıp vermeye çalıştığım her nefes bana yetmiyor oralarda bir yerlerde yine de boğuluyordum.
Hava biraz ağarsada sokak lambaları hala sönmemişti, sanki bu gecenin karanlığı bir asır sürecek gibiydi. Korhan'ın pür dikkat izlediğini bilsem de gözümü Devrim'in gözlerinden çekememiştim. Elim kolumda ona gitmesi için bir işaret yapacak güçte değildi zaten. Yorgun hissediyordum. Bahçeden dışarı ilk adımı attığımda bir yanımı bahar bahçe yapan hissi bulmuş olsamda, kara kış ayazda bekleyen bir tarafım hala kendine gelememişti.
Sık aralıkla gözlerini kırpıştıran Devrim yüzümde hangi dehşeti gördü bilmiyorum ama benden önce davranıp gözlerini sağa kaçırdı. Korhan'ı gördüğüne emin olsamda ben bakışlarımı ondan hala alamamıştım. Sakalları daha fazla uzamış artık tamamen çenesini ve ağzının etrafını elmacık kemiklerine kadar kaplamıştı. Göz bebekleri yana kaydığından gözünün beyaz kısmının kıpkırmızı olduğunu görebilmiştim. Saçları darmadağınık, üstü başı eline ilk geçeni giymiş gibi birbirinden uyumsuz parçalardı.
Üzerinde bir mont bile yoktu. Rüzgarla benim arama girdiğinden soğuk bedenim bedenime tam uğramadan ona çarpıp kayboluyor gibiydi. Dudaklarını kemirmekten yer yer yara yapmıştı. Zaten soluk olan dudakları artık sanki daha bir beyaza çalıyordu. Bilmiyorum belkide ben arkasında kalan karlı orman manzarasına onu çok yakıştırdığım için teni kadar dudaklarını da beyaz görmeye başlamıştım.
Bakışlarım üzerinde ağırlaşmaya başladığında söyleyemediğim kelimeler sırtıma daha fazla yük oldu. Devrim bakışlarını Korhan'dan çekip tekrar bana odakladı. Gözlerini yüzümün her yerinde bir kez daha gezdirdi. Belki de az önce bakışlarını kaçırmasını sağlayan o ifadeyi arıyordu yüzümde. Saniyelik bir rahatlamayla göz bebekleri irileşti. Ardından uzun kirpiklerinin birbirine karışmasına fırsat vermeyecek kadar hızlı göz kırpıştırdı.
"Devrim," dedim sadece. Cümlenin geri kalanını nasıl toparlayacağımı bilmeden birden ağzımdan dökülen adı onun kadar benide şaşırttı. Demirgan Malikanesi'nin engebeli yolunda üstüne toprak attığım Ecel bile elini mezarından çıkartmış ona uzatıyordu sanki. Devrim merakla cümlemi bekliyordu. Pür dikkat suratımda gezinen gözlerinde belki de cümle kurmamı bekleyen bir beklenti bile yoktu. Acı kahveler benimle özlem gideriyormuş gibi memnuniyetle kısıldı.
Ve ben. Kül. İlk kez ondan kaçmak istedim. Zaten dudaklarımda bir şey söylemek için aralanmadı bir kaç dakika boyunca. Sadece bakıştık. Bu sefer bakışlarını kaçıran ben oldum. Gözlerindeki hayal kırıklığı ve hasret karışımına karşılık vermek üzereyken kendimi tuttum. Onun bakışları Korhan'ın üzerindeyken ben onun gözümün önünden aslında hiç gitmeyen yüzüyle hasretimi gidermiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüm Öpücüğü
Teen FictionBen ölülerin öpüp ruhunu çürüttüğü bir kızdım. Belki bir kahin. Belki bir katil. Yolumun kesiştiği kaderimle hayat kurmaya çalışan, sır kapılarını aralayan masum biriydim. Belki de değildim. Görecektim. Görecektik.