25

158 26 12
                                    


Sizi seviyorum... İyi okumalar. 



Soğuğu severdim. Küçüklüğümde bile annemin iple çektiği yazı bunaltıcılığından ötürü istemez, o üç ayı zar zor klimanın altında geçirirdim. Sıcağın içimde tarifsiz bir bunaltıcılığı olmuştu her zaman. Yazları güle oynaya denize giden herkese garipseyen bakışlar atardım. Neden güneşin bunaltıcı sıcaklığını sevdiklerini anlayamazdım. Halbuki insan sıcağı bir kez tadınca soğuktan nefret ediyormuş. Demirgan'la tanışınca bunu anladım. Şimdi onun sıcağına hasret, üstümüzden kaçıp giden güneşe nefret doluydum. Güneş sıcaklığını bir ceza gibi üzerimizden çekip almıştı. Dudağımdan dökülen kelimeler bizi bir fırtınanın ortasına sürüklemiş gibiydi. Sanki sesimin tınısını bekleyen bir fırtına vardı. Gelişini çan sesleriyle duyuran korkunç bir fırtına. Etrafımı sarıp sarmalayan ruhani bedenlerin üzerimde bıraktığı ters etkiden de kaynaklanıyor olabilirdi bu çan sesi. Belki de Devrim Demirgan beni burada öldürecekti. Hayat bu trajediyi iliklerime kadar hissetmemi sağlayarak kulaklarımı çan sesleriyle dolduruyordu. Çünkü ben Efsun'u öldürmeden önce de bu sesi duymuştum. Efsun'un duyduğu son seste bu olmalıydı. Devrim bedenlerimizin arasına giren soğuğa karşı dirençliydi. Vücudu dimdik dursa da omuzları yıkılmaya hazır bir kalenin surları gibi karasızdı. Duyduğunu sindirmeye çalışan aklı bazı şeyleri oturtamıyormuş gibi şüpheyle başını salladı.

"İmkânsız," dedi dudaklarını ısırarak. Bakışları öylesine yoğunlaşmıştı ki acı kahveler siyaha çalınmıştı. Bakışları yere düşse de sabit değildi. Hareket halindeki göz bebekleri ona bir ürkünçlük katmıştı. Işık hızıyla yerde gezen gözleri yumuldu. Derin bir nefes aldı. Dudaklarını sürekli ağzının içine yuvarlıyor, sertçe ısırıyordu. Buz pembe dudakları kıpkırmızı olmuştu. "İmkânsız..." dedi tekrardan söylediğimi kafasında tartmaktan daha çok altında ezilip kalmış gibi bir hali vardı. "Bunu Tibet yaptı."

"Devrim," dedim cümlenin devamında ne diyeceğimi bilemeden. Öylece ağzımdan dökülen adı karşısında onun da nutku tutuldu. Birkaç adım daha aramızdaki mesafeyi açtı. Elini hiddetle saçlarının arasından geçirerek kollarını başına siper etti. Kaçan aklını engellemeye çalışıyor gibi kolları sımsıkıydı. Elimle başımı ovuşturdum. Başım öylesine ağrıyordu ki ayakta duracak gücü kendimde nasıl bulduğumu bilmiyordum. Ecel, Kül, Gölge... Hepsi aynı anda konuşuyor fikrini belirtiyordu. Ağızlarından dökülen tek ortak yargı ise Devrim'i kaybetmeye göze alamayacağımızdı.

Ecel dimdikti. Bir ilişkinin yalanlar üzerine kurulu olmayacağından emin olsa da Devrim'e olan o bağlılığı bunu söylememe çok kızmıştı.

Kül tedirgindi. Bana kızamıyor doğru olanı yaptığımı düşünüyordu yine de Devrim'i kaybedecek oluşumuz onu tedirgin etmişti. Çünkü içimizde tek hayalleri olan Kül'dü. İleri de küçük bir tatil kasabasının çiçek bahçeleri içinde mutluluktan ve belki de son margaritamızı içip giderken öleceğimizden emindi. Di. Çünkü artık bunun bir hayalden ibaret olduğu onun da yüzüne çarpmıştı.

Gölge ise sakin olanımızdı. İçten içe ilk kez bir pişmanlık yaşıyordu birini öldürdüğü için. Bunu kontrol edemediği için çok kızgındı her şeye. Özellikle Sencer'e... Hepimiz biliyorduk ki Gölge Sencer'i asla affetmeyecekti. Belki de onu ilk fırsatta öldürüp ıssız bir ormanın köşesine gömüp bırakacaktı. Sencer'in mezarını kendisi bile bulamayacaktı zamanla. Yine de onu bir ormana gömmeyi unutmamıştı. Bu dünyada Sencer'in Gölge'den tek şahsi isteği bu olmuştu. Kül'den değil, Gölge'den. Çünkü Sencer bilirdi. O öldüğünde yanında Kül olarak değil, Gölge olarak duracağımı. Belki de tüm bu yaşananları tahmin etmişti. O noktaya geleceğimizi tahmin etmişti. İhanet öyle can yakıcı bir zehirdi ki, Devrim'e bunu yaşattığım için kendimden bir kez daha nefret ettim.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 05, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Ölüm ÖpücüğüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin