22

769 64 21
                                    

Merhabalar, öncelikle deprem felaketinde yakınını kaybeden herkesin başı sağolsun.

Biliyorum yeni bölüm geç geldi, işim gereği vakit bulamamıştım fakat artık bolca vaktim var. Hepinizden bu gecikme için özür dilerim.

Ayırca 22 bin olmuşuz! Çok sevindirdiniz beni. Hepiniz iyi ki varsınız. Ufak bir ricam, hayatınızı dolu dolu yaşayıp her anın kıymetini bilin. Sizi seviyorum. Keyifli okumalar.

🪞

Kasvetli bir odanın en köşesindeydim. Önümde uzun siyah bir masanın etrafına toplanmış klasik giyimli insanlar vardı. Sorgu odasındaymışım gibi hissettiren gümüş bir lamba tepeden masanın ortasına sarkıyor loş, beyaz bir ışık saçıyordu. Masanın etrafındaki insanların içtiği sigaraların dumanları ortamın oksijenine karışmış etrafı buğulandırmıştı. Gözlerime temas eden duman görüşümü bulanıklaştırarak gözlerimi yaşartsa da gözlerimi kırparak göz ardı etmeye çalıştım. Görünmeyeceğimi bilsem de kıpırdamaktan çekiniyordum.

Masanın başında oturan adamın sırtını görüyordum. İrice omuzları lacivert bir takım elbiseyle örtülmüş derin nefeslerle kalkıp iniyordu. Arada kısa kısa öksürse de dudaklarından indiremediği kalın bir purosu vardı. Çekincelerimi bir kenara koyarak masaya yaklaştım ve yüzlere daha yakından bakmaya başladım. Masanın baş köşesinde duran adam kır saçlarını elleriyle düzelterek purosunu küllüğe gelişigüzel koydu. Yüzündeki yılların yorgunluğu her bir kırışıklığa yanmıştı. Göz altları torba torbaydı. Yanakları sarkmıştı. Gözleri koyu bir kahverengiydi fakat loş ışıkta siyaha yakındı. Sakalları sarkan yüzünü gizlemek ister gibi çenesini çevrelenmişti. Adam bir kez daha öksürdü.

"Evet," dedi boğazını temizlesede pürüzlü çıkan sesiyle. "Geç kalanlarımız olsa da..." Kapının sertçe açılmasıyla adamın sözü bölündü ve ben dahil herkesin bakışları kapıya yöneldi. Bana çakmağı veren mavi gözlü adam tam karşımda duruyordu. Kaşlarımı çatarak kollarımı göğsümde birleştirdim.

"Artık geç kalanlarımız yok," dedi neşeli bir kadın sesi. Tehditkar bir neşe olduğu her tonundan belliydi. Masadaki tek kadın oydu. Siyah göğüs dekolteli bir elbise giymişti. Elinde, içindekinin kırmızı şarap olduğunu düşündüğüm bir kadeh tutuyordu. Ağzının kenarındaki gülümsemeyi silmeden kadehi dudaklarına götürdü. Parmakları masada bir ritim tutmaya başlamıştı. Kıvırcık saçları yüzünü gizlese de belirgin elmacık kemikleri görünmeyecek gibi değildi. Kalınca pembe dudakları vardı. Parmakları uzundu. Tırnakları en koyusundan bir kırmızıyla örtülmüş olsada yüzünde pek makyaj yoktu.

"Hoş geldin Korhan," Yaşlı adamın hemen karşısında, diğer baş köşede oturan adam konuştu. Bembeyaz olmasada beyaz diyebileceğim bir tene sahipti. Yeşil gözlerindeki kurnaz ifade masadakileri geriyordu. Henüz onunla göz göze gelebilen tek kişi oydu. Bana yardım eden mavi gözlü herif. Korhan.

"Hoş bulmadık Tibet, orospu çocuğu bulduk." Dedi tıslayarak elini masaya vurduğunda. Bakışlarım tekrar Tibet'e gitti. Bu adam Tibet Yertan mıydı? Adı hayatıma bomba gibi bir giriş yapmış olsa da kendisini görme şerefine erişememiştim. İtiraf etmeliydim ki daha yaşlı birini bekliyordum. Tibet siyah saçlarını şöyle bir sallayarak arkasına yaslandı. Belli ki Korhan'ın ürkünç bakışlarından zerre etkilenmemişti. Soğuk bir gülümseme kondurduğu dudaklarını yaladı. İşaret parmağının eklemindeki metal yüzük her masaya değdiğinde rahatsız edici bir ses çıkarıyordu.

"Ne bu şiddet, ne bu celal? Babanı öldürdük sanki." Dedi Tibet ellerinin birbirine kenetlerken. Masadaki tüm bakışlar o an Tibet'e dönmüştü. İhtiyar adam Korhan'ın kolunu tutarak ona bakmasını sağladı.

Ölüm ÖpücüğüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin