Ara bir yağmaya devam eden yağmurlar olsa da karlı fırtınayı atlatabilmişti köylü. Sabahın erken saatinde doğan güneşi fırsat bilen Hande küçük erkek kardeşleriyle birlikte odun toplamaya gitmişlerdi. Köye döndükleri zaman gün batmak üzereydi ve Hande henüz at arabasının üzerindeyken tam arabadan ineceği sırada avludan çıkan amcasıyla göz göze gelerek hareket etmeyi bıraktı. Yüzünde hain bir sırıtış görmüştü adamın ve bu sırıtış genç kadının kalbini korkuyla titretmeye yetmişti. Adam hızlı adımlarla köy kahvesine giden yola yöneldiğinde Hande peşinden bakarak kendi kendine mırıldandı."Ez ji vê kenê hez nakim." (Bu gülüşten hiç hoşlanmıyorum."
İçini saran korkuyla arabadan yere atlarken küçük kardeşlerine odunları avluya taşımalarını istedi. Hızlıca doğrudan avluya girdi ve bakışları üst katta annesinin yanında oturan kadınların yüzünde dolaştı teker teker ama Zehra'yı aralarında göremeyince kalbi sıkıştı. Tüm soluğu kesilirken hızlıca merdivenlerden koşturarak üst kattaki taş avlunun üzerinde oturan kadınların yanına çıktı. Daha onların yanına varmadan önce sesi tüm avluda yankılandı.
"Dayê, Zehra li ku ye?" (Ana, Zehra nerede?)
Hande, soluk soluğa ter içinde kalmış alnını bileğiyle silerken bir heyecanla bakışlarını bir kez daha avluda dolaştırdı. Sonrasında ise ona hala bir cevap vermeyen annesine baktı.
"Ana beni duymuyor musun? Zehra nerede?"
Yaşlı kadın elini avludan köyün açıklığı görünen arazisine doğru uzattı.
"Su almaya gönderdim onu."
Hande, avuç içiyle alnına sert bir şekilde vurdu. Öfkeden bağırmamak için zor duruyordu. Dişlerini birbirine kenetlerken alnından akan ter damlası usulca çenesine süzüldü. Güçsüz bir şekilde elini yüzünden çekerken tekrar annesine baktı.
"Dayê, tu çawa wî dişînî ser kaniyê?" (Ana onu nasıl çeşmeye gönderirsin?)
Yaşlı kadın hala şaşkındı. Elindeki oklavayı unlu örtünün üzerine bırakırken iki elini de havaya kaldırarak en sakin ses tonuyla konuştu.
"Duh jî çû, lawê min bi yrngen te re rê dizane, winda nabe, tiştek jê nayê ew ê bi silametî vegere ew keçek jîr e. Karê xaltiya te hebû, wekî din ezê bi wê re bişînim."
(Dün de gitti evladım yengenle yolu izi biliyor kaybolmaz bir şey olmaz ona sağ salim geri döner zeki kızdır o. Yengenin işi vardı onunla gönderirdim yoksa.)
Hande, dehşete düşmüş gibi geri geri adımlayarak iki elini de diz kapaklarının üzerine yerleştirip belini bükerek acıyla inledi. Kafayı sıyırmasına ramak kalmıştı. Nasıl herkes ortada bir sorun yokmuş gibi bu kadar pervasızca davranabiliyordu? Dolu gözlerle başını kaldırıp annesine baktığında yaşlı kadının da aynı şekilde gözlerinin dolduğunu fark etti. Tekrar doğrulurken konuşmadan önce sesinin titremesine engel olamadı.
"Ew bi tenê çû? Mîna ku wî kîna gundî li hember min nizane. Çima tu jina min bi tenê dişînî wir?"
(Bir de tek başına mı gitti?
Köylünün bana olan garezini bilmezmiş gibi. Neden benim karımı oraya, bir de tek başına gönderiyorsun.)
Cevabı dinlemeden hızlıca çıktığı taş merdivenleri ağrıyan ayaklarını zerre umursamadan üçer beşer geri inerek doğrudan ahırlardaki atına doğru koştu. Arabadan diğer atını çözecek zamanı yoktu ve ahırlara girerken küçük kardeşlerine bugüne kadar onlara seslendiği en kaba sesiyle gürledi.
"Avluyu boşaltın hemen!"
Babası evlerinin en üsteki avlusunun tepesinden onu şaşkınlıkla izliyordu. Annesi de kadınların yanından kalkmış merdivenlerin başına gelmişti ancak Hande'nin kimseyi gördüğü yoktu. Ahırdan çıkardığı siyah atını avlunun ortasına kadar bile getirmeye sabredemeden hızlıca üzerine zıplayarak tozu dumana katar bir şekilde şimşek hızıyla avludan çıktı. Peşinden bakan hane halkı onu ilk defa bu kadar telaşlı görüyorlardı. O da ilk defa bu kadar telaş duyuyordu açıkçası. Uzak olmasa bile oraya Zehra'nın başına bir bela gelmeden varmayı diliyordu çünkü amcası olacak o şerefsizin bakışından ve gülüşünden içine ta ilk başta korkunç bir kuşku düşmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUEDA / gxg / g!p
Romance"Sonra o çıkıverdi karşıma, hem de en ihtiyaç duyduğum anda... O, güven duygusuna en muhtaç olduğum anda çekip çıkarıverdi beni..."