Baba ocağına döndüğünden beri hiçbir şey eskisi gibi değildi. Manastırda Zehra'yla birlikte geçirdikleri tüm o kısacık anlarda yağmuru çamuru eksik olmayan topraklara bile bir anda güneş doğmuştu. Tüm o inşaatı tek başlarına kısacık sürede ondan ilerletebilmişlerdi zaten. Ancak şimdi... Şimdi hava yeniden bulutluydu, yine yağmur yağıyordu. Yine her yer kasvetliydi. Özellikle de bu çatının altı...Elindeki küreği ahırdaki toprak zemine bastırarak yemini ve sularını tazelediği inekleri ardında bırakıp paslı kapıyı açtı. Dışarı çıktığı an kulağında duyduğu gök gürültüsü ve yağmur damlalarının sesiyle gözlerini kıstı. Biraz daha ilerleyip avlunun taş zemininin son bulduğu o köşeye kadar gitti ve kirpikleri kaşlarına değinceye dek gözlerini yukarı kaydırarak kırıştırdığı alnının altından gökyüzüne baktı. Fırtına yaklaşıyordu. Tüm o bahçelerindeki ekinleri mahvolacaktı. Buna izin veremezdi. Kendisinin emeği umurunda bile değildi ancak karısının tüm o yarattıkları bağ bahçede büyük emeği vardı. Onun emeklerinin ziyan olmasına izin vermeyecekti.
Hızlıca ahırlara geri dönüp atını oradan çıkardı ve kimselere haber vermeden atının sırtına atlayarak yıldırımdan daha hızlı koşturan dostunu manastıra doğru yönlendirdi. Bir an önce evlerine varıp fırtınaya karşı aldıkları naylon örtüyle bitkilerin üzerini kapatıp, saksılarını manastırın içine alacaktı. Neyse ki, çatıyı tamir etmeyi başarmıştı ve manastır sular altında kalmayacaktı...
—-
Atın yukarını elinde sıkıca sıktığında evlerinin kapısının açık olduğunu fark etti. Babası avlunun dışında durmuş sigara içiyordu. Yüzü asıktı, onunla geldiklerinden beri konuşmamışlardı ancak kavgalı olduğu amcası bile üzgün görünüyordu. İçi korkudan titrerken atın belinden inerek avlunun içine koştu ve amcasıyla babasının arasından geçip onlara yine tek kelime etmeden küçük erkek kardeşi İbrahimi buldu.
"Ji min re bêje diya min sax e, İbrahîm." (Bana annemin hala hayatta olduğunu söyle İbrahim)
Küçük kardeşi hiçbir şey söylemedi. Gözleri dolu doluydu. Hande, göğsünde hissettiği ağrıyla elini kalbine götürdü. Neden bir şey söylemiyordu? Zehra, neredeydi ki? Bir tek o kendisine doğruları söylerdi.
"Yengem bayıldı."
İçeriden küçük kız kardeşinin sesini duyduğunda korkuyla evin içine koştu ve karısını yerde baygın yatarken buldu. Genç kızlar başına üşüşmüştü. Yüzüne su sıçratıyor, kollarını ovuyor onu uyandırmaya çalışıyorlardı.
Hande, korkuyla karısının yanına koşup başını kucağına aldı. "Nesi var, ona ne oldu?" diye sordu, küçük kız kardeşi Pamuk'a.
Genç kız endişeyle başını salladı. "Annemin durumu ağırlaştı. Yengem de herkes bir anda ağlamaya başlayınca herhalde sesten etkilenip bayıldı, yada yorgunluktan, bilemiyoruz."
Hande, başını olumlu anlamda sallayıp nazikçe Zehra'nın yanaklarını okşadı. "Zehra, lütfen aç gözlerini," dedi, onu duymadığından emin olduğu karısına seslenerek.
Hızlıca Zehra'nın ağırlaşmış vücudunu kollarının arasına alıp onu avludaki taş banyoya götürdü. Babasıyla amcasının pis gözlerinin karısına değmesini istemediği için Zehra'yı taş zemine yatırır yatırmaz kapıyı ardından sertçe kapattı.
"Zehra," dedi, karısına doğru koşarken. Soğuk olduğunu umursamadan varilin içindeki sudan bir kova alıp Zehra'nın üzerine boşalttı ve bir tane daha. Bir tane de derken karısı derin bir nefes alarak gözlerini geri açtı. Soğuk su vücuduna şok etkisi uygulamıştı.
"Şükürler olsun," dedi Hande, Zehra'ya sımsıkı sarılırken. Ona öyle bir sıkı sarılmıştı ki, o anda kollarında tuttuğu bu zarif kadının hayatının tümü olduğuna ikna olmuştu sanki. Zehra, onun her şeyiydi. Var olma sebebiydi. Onun dışında kimsesi yoktu...
"Hande," dedi Zehra, yorgun sesiyle. "Ne oldu bana? Bir anda gözüm karardı."
Hande, buna neyin sebep olduğunu bilmiyordu ama bu evden gittiklerinden beri gece yarısına kadar kendi evleri için neredeyse hiç dinlenmeden çalışmışlardı. Zehra'nın yorgunluktan bayıldığını düşünüyordu. Biraz da kendini kınıyordu aslında. Onun bu kadar yorulmasına, yıpranmasına nasıl izin verebilmişti ki?
"Hiçbir şeyin yok hayatım," dedi, başını karısının omuzundan kaldırdı. Zehra'nın yüzünü elleri arasına alarak sırasıyla yanaklarına, burnuna, gözlerine, alnına ve en nihayetinde dudağına sayısız öpücükler kondurdu. "Benim her şeyimsin. Bunu biliyorsun değil mi?" dedi, kısık bir sesle ve hemen ardından ayağa kalktığı gibi Zehra'yı yeniden kucağına alarak konuşmasını, "En değerli varlığımın bu taş betonda üşümesini istemiyorum," diye tamamladı.
Yine aynı geldiği yolu hızlıca geri yürüyüp eski odalarına çıktı ve Zehra'yı yatağın önüne bırakarak odadaki demir sobanın önüne geçti.
"Şimdi odayı sıcacık yapacağım aşkım, sende lütfen hızlı giyin. Üşüteceksin."
Zehra, eskiden ondan saklanarak çıkardığı kıyafetlerini şimdi gözlerinin önünde çıkarıyordu. Sobayı yakarken karısının ona sunduğu bu güzel manzarayı izlemek normal zamanda Hande için kalp riskine bedel bir heyecan olurdu ancak şimdi annesinin durumu ağırdı. Kim bilir belki de o bu odadayken yaşlı kadın hayatıyla vedalaşıyordu.
"Oldu," dedi, harladığı ateşe bakarak. Hızlıca ayağa kalkıp Zehea'ya yaklaştı ve karısının yanaklarını avuçlarının arasına sıkıştırdığı gibi dudaklarını dudaklarına bastırdı.
"Sakın üzerini kalın giyinip gerektiği gibi ısınmadan aşağı inme. Ne olursa olsun, ne duyarsan duy."
Zehra, olumlu anlamda başını sallayınca Hande bu sefer de kafasını eğip karısının çıplak omuzuna derin bir öpücük kondurdu. Sonra da hızlıca odadan geri çıkıp annesinin bulunduğu alt kata indi. Herkes başındaydı. Yaşlı kadın açık ve hiç kırpmadığı gözleriyle tavana bakıyordu. Direniyor gibi bir hali vardı. Hande, bu manzara karşısında öylece kapıda donmuştu. Annesinin neden direndiğini biliyordu. Yaşlı kadın, huzura kavuşmak için onu bekliyordu.
"Diyaka min?" (Annem)
Herkesin kafası ona dönerken Hande, gözlerini kırpmadan yer yatağında yatan annesini izliyordu. Ona seslendiğini duyduğu an yaşlı kadının gözünden yanağına tuzlu bir damlanın süzüldüğünü fark etti. O damla ok olup kalbine saplandı sanki ama Hande yine yerinden kıpırdamadı.
"Bizi bırakmak için beni mi bekledin ana?"
Bir tane daha yaş süzüldü kadının yanaklarından ve Hande nihayet bağı çözülmüş dizlerini hareket ettirerek kendini annesinin yatağının yanına bıraktı. Kız kardeşlerinin ve erkek kardeşlerinin arasına...
Ona sarılan onlarca kolların arasında annesinin kendisine uzanan kırışmış ellerini yakaladı.
"Tu yê herî bi qîmet î, Hande." (Sen benim en değerlimsin, Hande)
Hande, gözyaşları yanağından süzülürken başını salladı. Evet, annesi tarafından hem acınır hem sevilirdi. Bunu biliyordu. Onun bu şekilde doğmasının yükünü annesi yıllarca kalbinde, sırtında taşımıştı. Sonra da bu yük yaşlı kadını kamburlaştırmış ve yorgun düşürmüştü işte. Onun suçuydu. Onun yüzündendi işte...
"Kendini sakın suçlamayasan. Tu di vê dinyayê de tiştê herî paqij î. Tu milyaketek di nav malbata me de çêbûyî." (Sen bu dünyadaki en temiz şeysin. Sen ailemizde doğmuş bir meleksin)
Hande, ağlarken gözyaşlarını hep saklar sakınırdı ancak şimdi etrafındaki kimseyi umursamadan doğrudan annesinin güzel gözlerine bakıyordu. Avucunun arasındaki yaşlanmış elini durmadan öpüyor, sanki ona yalvarmasıyla yanında tutmayı başaracakmış gibi yaşlı kadını ikna etmeye çalışıyordu.
"Anne beni bırakma lütfen," dedi, son bir çaresizlik dolu çabayla ancak yaşlı kadın yavaşça gözlerini kapattı.
"Hûn ê kêfxweş bibin, buna inan." (Mutlu olacaksın)
Herkesin çığlığı bir anda yükselirken Hande avucunun içinde yavaşça ısısı soğuyan elin avucundan kaymasını izledi. Bir anda boynuna dolanan kollar onu kendine doğru çekti. Yanağını okşadı, kulağına yatıştırıcı şeyler söylemeye devam etti.
"Ben buradayım Hande. Ben yanındayım aşkım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUEDA / gxg / g!p
Romance"Sonra o çıkıverdi karşıma, hem de en ihtiyaç duyduğum anda... O, güven duygusuna en muhtaç olduğum anda çekip çıkarıverdi beni..."