Neyse bekleyecektim oyundan sonra atmak için ancak kıyamadım. Meraktan çıldıranlar var biliyorum 😂🤦🏻♀️
Okurken lütfen karakterlerle empati yapmaya çalışın. Hande için kolay bir durum değil, Zehra için de öyle.Keyifli okumalar olsun :)
Hande, yanından geçip gittiğinde Zehra şokun etkisiyle bir süre daha olduğu yerde öylece kalakaldı. En son hanenin dışında Pars'ın şaha kalkıp kükreyişiyle çıkabildi o girdiği şoktan ve hareketleri en ağır derecede yavaşlatılmışçasına yüzünü sağına dönerek açıklıkta gecenin karanlığına karışan gölgeyi izledi.
Hande'nin bu gece eve dönmeyeceğini anladı o an. Daha sonrasında ise bir daha asla hayatına dönmeyeceğini...
Garip bir ruh hali içerisindeydi. Ağlamıyordu, üzülmüyordu tabiri caizse hiçbir duygu hissetmiyordu o an. Uyuşmuş gibiydi. Vücudu karıncalanıyordu. Ayaklarının altındaki taş zemini hissetmez bir haldeydi. Sanki havadaydı. Birisi onu zamanın içinde dondurup öylece bırakmış gibiydi...
Bir an avucunun içindeki kağıt parçası geldi aklına. Onun bile varlığını hissedemiyordu...
Kafasını eğip sol avucunu açtığında küçük, bükülmüş bir kağıt parçası olduğunu gördü. Bir süre boş bakışlarla öyle durduğu yerden avucundaki hayatını tepetaklak eden mektuba baktı.
Önce o mektubun sahibi tarafından terk edilmiş, sonrasında da yine onun sayesinde hiç kimseyle kuramadığı bir bağ kurabildiği değerli insanını kaybetmişti. Hande, şu an o mektubun sahibi sayesinde ondan nefret ediyordu. Kim bilebilirdi; belki de artık onun gözünde dünyanın en kirli kadınıydı. Nasıl olmayabilirdi ki, evlenmeden o adamın ona dokunmasına sesini çıkarmamıştı. Bu hatası yüzünden de şimdi o adam kendi vücudu, ruhu üzerinde bir hak talep ediyordu. Onun olduğunu varsayıyordu ancak Zehra ona ait değildi. Hiçbir zaman olmamıştı, hiçbir zaman da olmayacaktı. Hande, artık onu istemese bile...
Avlunun önünden uçan karganın çıkardığı sesle düşüncelerinden ayrılıp bakışlarını avucundaki mektuptan çektiğinde hava epeyce kararmıştı. Ne kadar süredir avluda durduğunu kestiremiyordu. Gerçi bunu umursamıyordu da. Bedeni uyuştuğu gibi zihnide uyuşmuştu sanki. Yine de son bir gayretle sağ ayağını solunun yanından ayırarak öne atabildi ve zayıf adımlarla odasının kapısına doğru yürüdü.
---
Geldiğinden beri sırtını yarısından çoğu çürümüş banka yaslayarak, ayaklarını kollarıyla kucaklamış bir şekilde çarmıha gerilmiş İsa heykelinin önünde oturuyordu. Yüzü ifadesizdi. Bakışları boştu. Aynı anda hem elle tutulur derecede olan hiçbir şey düşünmüyor ancak aynı zamanda da her şeyi düşünüyordu. Daha doğrusu kafasındaki hiçbir ses susmuyordu. Aynı anda kafasının içinde konuşan binlerce ses vardı. Bu zamana kadar biriken, onunla birlikte büyüyen ve zihnine yerleşen sesler. Hep duyduğu şeyleri fısıldıyorlardı ona. Ucube... yetersiz... çirkin... yarım......... Hepsinin kendi sesi vardı. Hepsi onları söyleyen kişilerin sesiyle kazınmıştı zihnine. Kim bilir, belki de haklılardı...
Belki de gerçekten de yarımdı ve sırf bu yüzden de bir türlü tamamlanamıyordu. Her ne yaparsa yapsın inanmaya başladığı yolda attığı ilk adımından sonra büyük bir darbeyle karşılaşıyordu hep ve kim bilir; belki de artık pes etmeliydi, vazgeçmeliydi.
Bakışlarını saatlerdir izlediği heykelin ayağından yüzüne kaydırdı.
Buraya ilk gelişi değildi. Hayatı tepetaklak olurken hep buraya gelir, sessiz bir şekilde bir süre onun gibi toplumundan dışlanarak en sonunda da çarmıha gerilen adamın heykelinin önünde otururdu.
İlk defa konuştu. Belli belirsiz bir ses çıktı dudaklarından, daha çok yorgun, geç alınmış bir nefes gibi...
"Benim dışlanmamın bedeli yetersizliğimdi, peki seninki neydi?" diye sordu, uzun süre konuşmadığından dolayı boğuk çıkan sesiyle.
Sorusuna asla bir cevap alamayacaktı. Bunu biliyordu. Yine de dudağına alaycı, acı bir tebessüm konarken bakışları heykelin teller saplanmış alnından boynu bükük, yere bakan gözlerine kaydı. "Seninle ortak noktamız bence de bu," dedi, acı acı gülümserken. "Seni de yetersiz görüp öyle olmasan bile o konuma sürüklediler. Sonda ne oluyor sahi? Sence bende mi en son pes edip olanları kabullenerek başımı bu şekilde önüme eğeceğim?"
Kafasını geri geri götürüp arkasındaki ahşaba çarpıp dururken alaycı bakışlarını manastırın çatlak tavanına kaydırdı. "Sen, şimdi benim peygamberime nasıl yarım dersin diye de kızarsın bana değil mi?" Alayla gülümserken bir anda gözlerindeki ifade yavaş yavaş solarak yerini boş bir parlaklığa bıraktı. "Belki de bir peygamber değildim ama beni neden yarım yarattın o zaman?"
Cevap beklemiyordu. Mümkün olsa bile cevabı duymak istemiyordu. Çoktan küsmüştü yaratıcısına. Gözlerini kapattığında yeniden alaycı bir tebessüm dudaklarına yerleşti.
"Sen bile beni sevmezken, bana bu hayatı reva görürken ben başkasının beni sevmesini nasıl beklerim? Kedini bu aptal yalana nasıl inandırabilirim?"
Buraya kapanıp günlerce otursa bile ne bir cevap bulabilecek ne de ki zamanı uzatabilecekti... Korkak gibi bir deliğe saklanmanın zamanı değildi, evine geri dönüp kaderiyle yüzleşecekti. Bu yüzden de oturduğu yerden kalkarak geldiği gibi ruhsuz bir şekilde onu dışarıda bekleyen atına doğru gitti.
Zehra, çoktan bohçasını toplamış onu bekliyor olmalıydı...
Geçiş bölümdü. Her iki karakterin de kendiyle az da olsa yüzleştiği ağır bir bölüm olduğundan sizi yormamak adına çok uzun tutmadım.
Bu bölümler benim için çok önemli çünkü karakterlerimi yavaş yavaş açmaya başladım. Geride yaşadıkları olayları göreceğiz her iki tarafında.
Bu yüzden de bu bölümlerle ilgili düşüncelerinizi paylaşmaktan geri kalmayın. Çünkü çok merak ediyorum size ne kadarını aktarabiliyorum, karakterleri ne kadar açabiliyorum. O yüzden bu bölümlerin sizde bıraktığı etkiyi karakter analizi üzerinden yapmanızı rica edeceğim 💖
Harikaydı yazar güzel bölümdü tarzında övgü mesajları istemiyorum. Sadece okuduğumuzu analiz yapalım lütfen🤍
Yeni bölümde görüşmek üzere 😽
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUEDA / gxg / g!p
Romance"Sonra o çıkıverdi karşıma, hem de en ihtiyaç duyduğum anda... O, güven duygusuna en muhtaç olduğum anda çekip çıkarıverdi beni..."