Minnoşlarım arka arkaya bölüm atacağım bu kitaba. Bölümleri okuyup geçmeyelim :)
Uzun süren karlı havaların ardından nisanın ilk haftası hava sakin, güneşli görünüyordu. Bu yüzden ev halkının kadınları da mutfağın duvarlarının arkasından çıkmıştı. Her biri gayet ciddi bir yüzle ya yana oturmuş, asla yorulduk demeden avlunun ortasına açtıkları örtünün üzerinde kış için kestikleri erişteleri paketliyorlardı.
Zehra, Zozan annenin git biraz dinlen demesi üzerine onların yanından ayrılmıştı. Hande sabahın erken saatlerinde evden ayrıldığı için o da Zozan annenin yanından ayrılmamıştı. Bu yüzden de yaşlı kadın en son kovarcasına onu kadınların arasından çekip çıkardığında Zehra'nın büyüğünün sözünü dinlemek dışında pek bir seçeneği kalmamıştı. Hande'nin dönmesine daha epeyce bir zaman vardı. Odasına girdiği anda derli toplu olan küçük alanda bakışlarını dolaştırarak ne yapabilir diye bakındı. Bakışları Hande'nin yerde sırayla üst üste dizilmiş kitaplarına sataşınca ise gülümsemeden edemedi. Okumayı ve yazmayı sabırlı bir şekilde günlerce hiç yoruldum demeden hatalarının üzerinde defalarca çalışarak öğretmişti ona.
Bir anda bakışları sürekli ders çalıştıkları minderlerin üzerine kayarken zihninde birden bire yüzünü gülümsetecek olan birkaç anı canlandı. En önemlisi de anlamını çözmekte zorlandığı harfleri doğru telaffuz etmeye çalışırken pür dikkat elindeki kitaba kilitlendiği, Hande'nin de büyük bir hayranlıkla onu izlediği o gece geldi aklına. Uzun uğraşlar sonrası cümleyi doğru bir şekilde okumayı başardığında sevinçle dönüp Hande'ye sarılmıştı. Sırtını sıvazlayan o ellerin sıcaklığını o anıyı düşünürken hala da hissedebiliyordu.
"Sen bu hayattaki en büyük şansımsın," dedi, bakışlarını üzeri boş minderlerin üzerinden günbatımının turuncu ışığının yansıdığı pencereye dönerken. Kaşlarını çatarak avlunun açıklığından görünen sonu görünmez toprak yola baktı. Dudaklarını büktü bıkkınlıkla. Hande, ne zaman dönecekti?
Odada yapılacak bir şey yoktu bu yüzden de avluya çıkıp sabırla atlısının geri dönmesini bekledi.
Avludan evlerinin önündeki büyük arazi sonsuzluğa kadar uzanan boşluğu andırıyordu adeta. Bu yüzden de günbatımı her zaman büyük bir ayna gibi o boşluğun yarısını doldurarak izlenilmesi keyifli bir manzara sunuyordu onlara.
Kollarını göğsünde birleştirip manzarayı izlerken oradan görünecek olan atlıyı görmek için sabırsızlanıyordu. Yüzünde düşünceli bir tebessüm vardı. Rahatlamıştı... Hande'yle konuştuktan sonra onun kafasında düşündüğünden bile daha değerli bir insan olduğunu bir kez daha deneyimlemişti. İstese ona oracıkta sahip olabilirdi ancak Hande çoktan kazandığından habersiz olduğu kalbini kazanmayı istemişti ondan. Gerçi Zehra, o an onu zaten sevdiğini söyleyip bu süreyi beklemek istemediğini bildirebilirdi ancak o da en az Hande kadar korkuyordu. Ona yaşadıklarını söylemeye cesareti yoktu. Ondan yaşadıklarını gizletmeye de vicdanı el vermiyordu ama yine de içindeki tüm bu çekişmelere rağmen çaresiz bir bekleyiş içerisindeydi. Tek dileği Hande'nin onu kusurlarıyla, hatasıyla kabul etmesiydi. Gerçi onun gibi temiz bir ruh için bunu dilemeğe hakkı var mıydı ondan da emin değildi...
"Yenge," dedi, Hande'nin en sevdiği kız kardeşlerinden birisi ve Zehra düşüncelerinden sıyrılıp sol kürek kemiğinin üzerinde hissettiği elin sahibine döndü.
"Pamuk?"
Tam filmlerdeki gibi komik bir karenin içinde duruyormuşçasına ikisi de bir anda birbirlerine bakakalıp gülümserken Pamuk kollarını Zehra'nın beline dolayarak, kafasını da sol göğsünün üzerine yatırdı.
"Te bext anî mala me." (Evimize mutluluk getirdin)
Bunları duymak Zehra'nın içindeki tüm o karanlığı silip, korkularını yatıştırıyordu. Elinde değildi, Hande'nin gerçekleri öğrendikten sonra hanesine çökeceği o huzursuzluğu düşünmeden edemiyordu ancak yine de birilerinin onun Hande'nin mutluluğu olduğunu söylemesi ruhunu dinlendiriyordu.
"Ez wî ji ber te kêfxweş dibînim." (Senin sayende onu mutlu görüyorum.)
Elini uzatıp genç kızın yanağını okşadı. Gözleri güneşin altın sarısının kırmızıya döndüğü ufuk çizgisindeki bulanıklığın arasından hareket eden karanlığa ilişince yüzünde tarifsiz bir tebessüm oluştu. "Hande, geliyor," dedi neşeyle ve Pamuk da onunla beraber elini alnının üzerine alarak uzaktan yaklaşan karaltıyı izliyor.
"Hadi gidip onu karşılayalım."
Arkasında bıraktığı kızın gelmesini beklemeden merdivenlere koştu. Geçen sefer yaşadıkları olay aklına gelince kafasındaki örtüye tutunarak başının açılmamasına özen gösterdi. Hande'nin amcası etrafta mıydı bilmiyordu fakat yorgun argın eve dönerken onun birileri sayesinde sinirlenip, üzülmesini istemiyordu. Alt kattaki avludan geçerken göz göze geldiği Zozan annenin düşünceli gözlerine gülen gözleriyle karşılık vererek, "Hande döndü," neşeyle ve kadının gülümsemesi üzerine onu karşılamak için kapıya koştu.
"Bu da iyice Leyla oldu başımıza."
Safiye yengenin yorumu üzerine herkes gülerken Zozan anne gözlerini belerterek kadını susturdu. Zehra ise o esnada çoktan kapının ağzına çıkmış ön ayaklarını toprağa sürerek sahibinin sırtından inmesini bekleyen siyah ata ve üzerinden ona gülümseyen sahibine gülümsüyordu. Bir insanı sadece birkaç saat görmeden özlemek mümkün müydü?
Özlemişti Zehra. Hem de Hande'yi şaşırtacak bir şekilde o atından iner inmez koşup ona sarılacak kadar...
"Geç geldin," dedi, parmak uçlarında doğrulup dudağını kareli eşarbın açıkta bıraktığı boynuna sürerken. Bilinçli bir şekilde yapmamıştı bunu ancak yine de ne yaptığını fark ettiğinde yüzünü gömdüğü boynundan uzaklaştırarak al al olan yanaklarının yaktığı ısıyla birlikte hafifçe geri çekildi.
Hande, ona gülümseyen gözlerle bakıyordu. Fazla uzaklaşmasına izin vermedi. Elini uzatıp belinden yakaladığı gibi onu tekrardan göğsüne çekerek kollarını etrafına sardı. Çenesini kafatasının üzerine yaslayıp mutlu bir şekilde sırıtırken, "Anlaşılan yine özlenmişiz," diye fısıldadı.
Omuzlarını silkti Zehra, ondan uzaklaşmadan sadece kafasını geriye yatırmakla yetindi ve onu büyüleyen çekik gözlere bakarken en az Hande kadar geniş bir tebessümle gülümsedi. Sağ omuzundaki elini kaldırıp işaret ve başparmağının arasındaki mesafeden, "Çok değil sadece bu kadar," diye cevapladı ancak bunu yaparken bile kıkırdamasıyla yine de yalanını ele verdi. Kıkırdayarak utancından kızaran yüzünü Hande'nin göğsüne gizledi. "Bana öyle bakmayı kes."
"Nasıl bakıyorum?"
Hande, alay edip onu kışkırtmaktan büyük bir keyif alıyordu. Sağ eliyle küçük bir çocuğun sırtını sıvazlarken sırtını sıvazlamağa başladığında eğilip bir kez daha kulağına fısıldadı.
"Hmm?"
"Aklımı okurcasına," dedi Zehra ve sırıtırken alt dudağını ısırarak Hande'nin yüzünü görmediğine şükretti. Hande ise pes etmek niyetinde değildi. Nedensizce kollarındaki zarif varlığını sıkıştırmaktan keyif alıyordu. Eğilip bir kez daha Zehra'nın kulağına fısıldadı.
"Bir insanın ruhunu tanımak onu tümüyle tanımaktır derler. Kim bilir belki de seni benden saklanamayacağın bir şekilde tanıyorumdur?"
Hiçbir cevap veremedi Zehra, onun yerinde yoğun bir şekilde yutkunurken hissettiği duygularla ürperdi. Daha önce hiç kimseyle bu duyguların zerresini bile hissetmemişti. Kendi kalbinden avucunun altında atan kalbe duyduğu karşı konulmaz bir çekim vardı. Ruhu tıpkı Hande'nin istediği gibi görünmez bir iple onun ruhuna bağlıydı. Bu yüzden de hissettiği yoğun duyguların etkisiyle kafasını geriye yatırdı. İzlediği çekik gözlerin içindeki ışıltıya kapılırken elini uzatıp anında dokunuşuyla tam merkezinde çukur beliren gamzeyi okşadı ve gülümseyerek, "Ruhumu içini göreceği bir şekilde savunmasızca teslim ettiğim birinden neden saklanmak isteyeyim ki? Tu ji bo min pir bi qîmet î." (Benim için sandığından da çok değerlisin.)
He he he kemerlerinizi takın bakalım başlıyoruz önemli gelişmelerin yaşanacağı bölümlere geçiş yapmaya :D
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUEDA / gxg / g!p
Romance"Sonra o çıkıverdi karşıma, hem de en ihtiyaç duyduğum anda... O, güven duygusuna en muhtaç olduğum anda çekip çıkarıverdi beni..."