*39*

1.1K 160 36
                                    




Ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil...

Pencerenin önünde oturmuş dışarıyı izliyordu. Onun odası baba ocağının en kuytu yerinde, diğer tüm hanelerden fazlaca uzakta kimsesizliğini, dışlanmışlığını iliklerine kadar hissettiği çatı katındaydı. İyi ki de buradaydı diye düşünüyordu. Yoksa şu anda yanağından süzülen gözyaşlarını özgürce akıtamazdı. Onlara bile sınır koymuştu. Tıpkı diğer tüm insani hislerine koyduğu sınırlar gibi bu basit eylemin de Hande'nin hayatında yeri yoktu. Zaten yeterince güçsüz doğmuştu değil mi? Bir de duygusallığına yenik düşüp her derdine ağlayan biri olsaydı geçirdiği tüm o zorlu çocukluğundan daha fazla itilip kakılacaktı.

Ama yine de umursamıyordu. İsteyen istediği gibi onu hor görebilirdi. Bugün onun en değer verdiği canlardan biri alınmıştı elinden. Avuçlarının arasından öylece kayıp gitmişti...

Hala avucunun arasından kayıp düşen o ısısı kaybolmuş elinin dokunuşunu hissedebiliyordu. İnsan babası ölürken değil, annesi ölürken yetim kalıyor derlerdi de umursamazdı. Şu an iliklerine kadar işleyen çaresizliğiyle bu acı gerçeğin farkına varıyordu. Babası doğduğundan beri yoktu ki. Tek annesiydi onu olduğu gibi sevip sahiplenen, yüzüne acıma duygusuyla değil de evladını seven bir annenin şefkatiyle bakan...

"Beni kimsesiz bıraktın anne," dedi, dolu gözlerini dışarıdaki soğuktan buğulanıp terlemiş olan camdan ayırırken. Camdaki buğulanan üst köşeden iri bir damla aşağı doğru süzülürken, bir benzer büyüklükteki gözyaşı damlası da Hande'nin yanağından çenesine doğru süzüldü.

"Ben varım," dedi tanıdık bir ses ve Hande ancak o zaman odada tek olmadığının farkına vardı. Kafasını dönüp kapının yanında duran karısına baktı.

Zehra, ne zaman yanına gelmişti?
Tıpkı onun kadar üzgün ve yorgun görünüyordu. Kollarını iki yana açarak, "Buraya gel," dedi, tıpkı bir anne şefkatiyle ve Hande'nin saatlerdir kök saldığı o yerden kımıldayarak titreyen bacaklarını yanına doğru sürüklemesini sağladı.

Yanına varır varmaz karısının sevecen kolları omuzlarına sarıldı, kafası göğsüne yaslandı, sakinleştirici kokusu burnuna doldu. Derin bir nefes çekti ciğerlerine ve ancak o zaman farkına varabildi. Saatlerdir bu odada tek başına geçirdiği zaman içerisinde ilk defa doğru düzgün nefes alabilmişti.

Yüzünde acının yorgun tebessümü belirdi. Gerçekten de bir güneş gibi doğmuştu hayatına; sadece onun yanında nefes alabiliyordu ve bu kesinlikle mübalağa değildi...

"Seni her şeyden daha çok seviyorum, biliyorsun değil mi?"

Sesi titriyordu. Hande, yüzünü göğsüne yatmış kafanın üstüne bastırırken gülümsemeden edemedi.

"Beni bir tek sen seviyorsun zaten."

"Yetmez mi?" dedi Zehra, biraz sitem, biraz da kırgınlık sezilen bir ses tonuyla.

"Yeter," dedi Hande ve kafasını geri atıp gözlerinin içine içine bakan kadını alnından öptü.

"Hazırlar Hande," dedi Zehra, kısa bir süre sonra ve Hande'nin şakaklarındaki elleri titremeye başladı. Alnının sağ köşesine sıcak bir damla düştü ve Zehra o an sevdiği insanın acısını çekip alamayacağını, o acıyı dibine kadar yaşarken sessiz bir şekilde yanında durmak dışında başka bir desteğinin olamayacağını kabullendi. Onun acısını görmeye dayanamıyordu ancak kaybettiği can annesiydi. Bu evdeki en değerli varlığıydı. Onunla doğru düzgün vedalaşamamıştı bile...

————

Hande, titreyen bacaklarıyla taş merdivenlerden aşağı indiğinde Zehra, sol koluna sarılmış bir şekilde yanında yürüyordu. Tüm erkek ve kız kardeşleri avludaydı. Hande'min gözleri anında babasını buldu. Güçlü durmaya çalışıyordu ve Hande ona bakmadan bile gözlerinin üzerinde durduğu aşikârdı.

SUEDA / gxg / g!pHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin