12.Bölüm- Zamanın Yankıları

157 40 78
                                    

Karşımda küçük Aras vardı. Tam yedi yıl önceki halime dönmüştüm. Normalde kayıp zamanın içinde olduğumda, vücudumun kontrolü elimde olmazdı fakat şu an tüm kontroller kendi elimdeydi.

Acaba kayıp zamanda değil miydim? Yaşadıklarımın hepsi bir rüyadan mı ibaretti? Son yedi yılımı bir rüya aleminde geçirmiş olamazdım herhalde. Bu seçenek ne kadar korkunç gözükse de belki de içinde bulunduğum durum açısından en iyi ihtimaldi.

Odamdaki tüm eşyalar yıllar öncesinden kalma haliyle duruyordu. Eski yatağım, arada sırada oturduğum küçük masam, hepsi yerli yerindeydi. Elimle hissetmek istedim her birini, rüyada olmadığıma inandırmak istedim kendimi.

O sırada odaya giren annem bana garip garip bakmaya başladı. "Okula geç kalma sebebini öğretmenine açıklarken ne diyeceksin? 'Hocam odamdaki eşyaları elliyordum' mu?" dedi.

Gerçekten yaptığım şey dışardan bakınca garip kaçıyordu. "Tamam, çantamı hazırlayıp çıkıyorum hemen," dedim.

Kapının yanındaki çantayı sırtıma geçirip annemin yanından geçtim. Omzumdan tutup beni kendine çekti ve sımsıkı sarıldı. "Dikkat et okula giderken, Baran'la fazla oyalanmayın, direkt okula gidin," dedi.

İçinde bulunduğum zamanda hâlen Baran yaşıyordu demek ki. Baran, hatırlayamadığım bir tarihte, okula gitmek için kullandığı ormanlık alanda ölü halde bulunmuştu. En yakın arkadaşımın başına gelen bu olaydan sonra benim için okula gitmek hayatımın en büyük korkularından biri haline geldi. Aldığım onca psikolojik tedaviye ve desteğe rağmen okula karşı oluşan fobim asla yok olmadı. Bu yüzden evden eğitimime devam etmemde karar kıldık.

Baran'ın ölümünden bir süre kendimi sorumlu tuttum. Onunla okula gitmediğim bir gün başına bu olay gelmişti. Eğer onunla gitseydim, kuyuya düşmesini engelleyebilirdim belki de. Bu kara düşüncelerle okula giden yola doğru gitmeye başladım. Yolun ormanlık kısmının başladığı yerde, beni bekleyen Baran'ı gördüm. Hatırladığım gibiydi, güler yüzüyle karşıladı yine beni. "Naber kanka, yüzün neden asık?" dedi.

"Gece pek yatamadım, uykusuzum, hiç hayat enerjim yok," dedim.

Baran, "Güneş böyle tepedeyken moral bozmak sana hiç yakışmıyor. En sevdiğin havalar değil miydi bu?" dedi.

Haklıydı, güneşli havalar her zaman hoşuma gitmiştir. Karanlık ve bulutlu günlerde sanki içimdeki hava durumu dünyayı kaplamış gibi hissederdim. Dediği şeye kafamı sallayıp yola koyulduk. Ayağımla vura vura sürüklediğim taş benden bıkmış olmalı ki alıp başını çalıların arasına gitti.

Baran, "Senin keyfini neyin yerine getireceğini biliyorum. Gel benimle, sana göstermek istediğim bir şey var," dedi.

Peşinden gittim. Okul yolundan ayrılıp daha taşlık bir patikaya doğru ilerledik. Yolun sonunda getirdiği yerde birkaç kuru ot ve eski bir su kuyusu vardı.

Baran, "Geçen gün renkli taşları ararken buldum burayı. Bence birkaç yüz yıllıktır bu kuyu. İçini otlar sarmış ama bir miktar su var, hâlâ gözüküyor. Bakmak ister misin? Harika gözüküyor," dedi.

Kuyuya doğru ilerledim. İçine bakmak için eğildim. Gerçekten de içini kaplayan sarmaşıklar ve rengarenk çiçekler kaplamıştı. Güneşten gelen ışığı yansıtan bir miktar su olduğu belli oluyordu içinde.

Baran, "Nasıl, beğendin mi kanka?" dedi.

Arkamı dönüp cevap verecektim ki, arkamdan beni ileri doğru iten eli hissettim sırtımda. Dengemi koruyamamış ve kuyunun içine doğru düşmüştüm. Gözlerime karanlık bir perde inmiş gibiydi, her yer karanlığa gömülmüştü.

ZALİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin