11.Bölüm-Döngü

270 82 111
                                    

Geceyi nehir kenarında geçirdikten sonra sabah tekrar yollara düştüm. Okuldaki insanlardan yardım isteme fikrim boşa çıktığı için farklı bir kaçış yolu düşünmem gerekti.

İnsanlardan çok uzakta oturmanın o kadar da iyi olmadığını fark ettim. Evimize en yakın komşumuzla bile aramızda yüzlerce metre vardı. Tabii diğer bir sorun da en yakındaki komşunun, Hilal olarak tanıdığım, asıl adı Ecre olan bir ajan olmasıydı.

Ne yazık ki yıllardır evden fazla dışarı çıkmıyordum ve şehir merkezine de hep arabayla gittim. Gidiş yolunu hafızamda tutma gereksiniminde hiç bulunmadım. Tamamen ailemin ve kendimin koyduğu sınırlar içinde yıllarca yaşadım. Konfor alanımdan çıkıp etrafı keşfetmek yerine odamda kitaplarımla hayal dünyalarında dolaştım.

Fakat gerçek hayatta ne ejderhayla savaşan hobbitler ne de sihirli asaları olan büyücüler vardı. İnsan ömrü burada bir silahın namlusunun ateşlenmesiyle tamamen sona erebiliyordu. Her masalın sonunda iyiler kazanırdı, fakat aynısı dünya için geçerli değildi.

Babamın bilgisayarında annemin arabasının nerede olduğunu görmüştüm. Eğer araba halen yerindeyse, arabayı çalıştırıp ana yoldan kaçabilirdim.

BİR SÜRE SONRA

Saatlerdir yürüyordum ve sonunda arabanın bulunduğu yere varabildim. Araba, üstü biraz tozlanmış şekilde yerinde duruyordu. Arabaya yaklaştım ve kapıların açık olup olmadığına baktım. Kapılar kitlenmemişti, arabanın içine girdim. Yedek bir anahtar bulmayı ümit ediyordum çünkü anahtarlar komşumuzun evinde gözüküyordu, fakat araba halen buradaydı. Modem arka koltuğa atılmış şekilde duruyordu. Arabanın içinde herhangi bir çanta veya dosya yoktu.

Arabanın içinde işime yarayacak hiçbir şey yoktu. Bakmadığım tek yer bagajdı. Arabadan çıkıp bagajı açtım. Bagajda siyah büyük bir çuvala benzer bir şey koyulmuştu. Fermuarlıydı, yavaşça açtım.

İçindekini gördükten sonra midem kalktı. Yere serildim, yaşadığım şokla. Siyah çuvalın içinde ölü bir şekilde yatan Hilal teyze, yani Ecre vardı. Tam kafasının parçalandığı kısma, beyaz dosya içine koyulmuş halde bir kağıt yerleştirilmişti. Bir süre yaşadığım şoku üstümden atmaya çalıştım ve sonunda ayağa kalkabildim. Beyaz saydam dosyanın içinden, üstünde yazıların olduğu kağıdı çıkardım ve okumaya başladım.

"Selam ufaklık, karşında şaheserin. Canice öldürdüğün kadına bakmanı istedik, belki bu sana bir şeyler hatırlatır diye düşündük. O gece yaşananlara şahit olan iki kişiyi buluşturduk, ne mutlu sana. Bizden kaçmaya devam ettikçe, bizden uzaklaştığını sanıyorsun, aksine git gide istediğimiz kıvama varıyorsun. Umarım hipnozdan çıktığın gibi o gece yaşananları da hatırlayabilmişsindir. İlk önce okul, şimdi de araba. Daha gidecek yerin kaldı mı? Seni kovalamıyoruz aslında, sana unuttuklarını hatırlamanı sağlayacak bir alan açıyoruz. Sadece o geceyi mi unuttun? Bence biraz geçmişe git. Arkadaşının kaybolduğu zamana... Unuttuklarını hatırlaman için bir günün kaldı. Yoksa bir daha hatırlamaya fırsatın olmayacak." Altına da "Bir süre annen olan kadından" notu eklenmişti.

Okuduklarıma anlam vermekte güçlük çekiyordum. Resmen onlardan kaçarken bile onların amacına hizmet ettiğimi söylüyorlardı. Unutmaya bu olaylardan sonra değil de daha önceden de mi devam ediyordum? Peki bunu nasıl bilebilirlerdi? Yakın arkadaşımın kaybolup ölü bulunmasıyla benim ne alakam olabilirdi?

Saatlerce yere uzandım ve gökyüzünü izledim. Kafam allak bullaktı. Ne yapmam gerektiğine dair hiçbir fikrim yoktu. Uyumayı denedim birkaç defa. Belki uyurum ve kayıp zamanda yaptıklarımı hatırlarım diye. Fakat gözlerimi uzun süre kapalı tutsam da uykuya dalamıyordum.

Artık sabrım tükenmeye başladı, unuttuğum bir şeyi hatırlamaktan daha zordu yapmaya çalıştığım şey. Aklım, kendinden habersiz oluşturduğu bilinç akışıyla mücadele etmeye çalışıyordu. Belki de ayık olarak kabul ettiğim halimden daha faydalı olacaktı kayıp zamandaki benliğim. Tehlike anında ortaya çıktı her seferinde. Belki de kendimi tehlikeye atmalıydım uyandırmak için gizli kişiliğimi.

Hava kararmaya, bana verilen sürenin bitmesine az kalmıştı. Belki de yolun sonunda ölüm vardı. Fakat hiçbir şey bilmeden gitmek, kabul edilemezdi. Artık aydınlığa ulaşmak için kıvranıyordum.

Kendimi delirmiş gibi hissettim. Arabaya bindim ve kapıları kitledim. Araba, uzun bir yokuşun başına park edilmiş haldeydi. El frenini bir hışımla indirdim. Araba yokuş aşağı, doğruca ağaçlara doğru gitmeye başladı. Hızlanmaya başladım, ölümden korkmuyordum. Ağaçların ön camı parçalayıp, vücuduma girdiğini hayal etmeye başladım. Araba gittikçe hızlandı, direksiyonu hiç hareket ettirmedim. Sağa dönen yoldan çıkıp doğruca ağaçlara gittim o hızla. Tam çarpışma anına saniyeler kalmıştı ki gözlerimi kapadım.

Artık çarpışma olmuş olmalıydı ama hiçbir yerim acımıyordu. Gözlerimi açtığımda ellerim direksiyonda, araba ağaçlara ulaşmadan sağa doğru çevrilmişti. El frenini de çekmişim gözlerim kapalı olduğu anda. Ellerimi direksiyondan kaldırmaya çalıştım fakat başaramadım. Vücudumun kontrolü tekrar bilinçaltımın eline geçmişti.

Arabanın içinde bir şeyler aramaya başladım. Torpidodan aldığım kalemle dışarıya çıktım. Arabanın camına yazı yazmaya başladım. "Gerçekten hatırlamak istediğine emin misin?" diye yazdım.

Bilinçaltındaki her neyse benimle iletişim kurmaya çalışıyordu. Fakat nasıl "evet" diyecektim?

Tekrar cama "Evet ise gözünü kapayıp aç, hayır ise gözlerini kapama. Tekrardan sana kontrolü vereyim." yazdım.

Kararım şu ana kadar netti fakat içime düşen kurt beni rahatsız etmeye başladı. Kayıp zamanda daha ne yaşamış olabilirdim ki bu kadar gizli?

Cesaretimi toplayıp gözümü kapayıp açmaya karar verdim. Gözlerimi kapatıp açtığımda evde yatağımda yatar halde buldum kendimi.

Nasıl buraya gelmiştim? Hem evim gözlerimin önünde kül olmuştu. Yatağımdan kalkıp odamı gezdim. Etraf neredeyse aynıydı. Fakat yatağım ve masam olması gerektiğinden küçük ve çocuksuydu.

Odamdan tam çıkacakken karşımda duran aynaya baka kaldım. Giysi dolabımın kapakları boydan boya aynalıydı. Bu eski dolabımdı ve aynadaki yansımam da beşinci sınıfa giden bana aitti.

Devam ediyor...

ZALİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin