6.Bölüm- Maskeli Balo

426 218 65
                                    

Bilgisayardaki dosyaya tıkladım ve açılmasını bekledim. Karşıma üç farklı dosya çıktı:

Kara Para İşlemleriKaza SüsüVergi Kaçakçılığı

Bunlar ne anlama geliyordu? Babamın şirketine ait bir dosyada nasıl böyle şeyler bulunabilirdi?

İçlerinde en kötüsü olduğunu düşündüğüm "Kaza Süsü" dosyasına bakmaya karar verdim. Dosyaya tıkladım ve karşıma onlarca insanın isminin yer aldığı bir liste çıktı.

İsimler arasında tanıdık biri var mı diye göz gezdirirken iki isim gördüm: Fatma Sümbül ve Baki Sümbül. Bu isimleri görmek, kafamdan vurulmuşa döndürdü. Anneannemin ve dedemin isimleriydi bunlar. Geçen sene bir araba kazasında ölmüşlerdi, en azından ben öyle sanıyordum.

Dosyayı açtım ve karşıma çıkan belgeler beni dehşete düşürdü. Kaza anının kamera kayıtları, kaza yapması için tır şoförüne ödenen para miktarı ve Alman polis müdürlüğüne ödenen rüşvetle ilgili belgeler vardı. Neden öldürüldüklerini bulmaya çalıştım ve nihayetinde aradığım dosyayı buldum.

"Anne ve baba rolü için tutulan iki aktörün öldürülmesi: Ayşe Aydın'ın evlenmek için Uraz Aydın'ın ailesine dünürcü rolü oynaması için tutulan iki aktör, Uraz Aydın'ı tehdit etmeye ve daha fazla para talep etmeye başlamıştır. Bu nedenle ortadan kaldırılması gerektiği görülmüş, kaza süsü verilmek kararlaştırılmıştır."

İki aktör mü? Onca zaman kan bağım olmayan insanlara dede ve anneanne diye seslenmiştim. Mezarlarına ben de toprak atmıştım. Öldükleri için anneme daha nazik davranmaya çalışmıştım. Annemin gerçek ailesi kimdi ve neden onların yerine başka kişiler koyulmuştu?

Bildiklerimin aslında birer yalan olduğunu öğrenmek, yaşama sevincimi alıp götürdü. Kaza süsü dosyasında sadece süs verilmiş olanlar değil, süs verilecek olanlar da listelenmişti.

Listede tanıdık bir isim var mı diye bakmaya devam ettim. Tanıdığım birkaç isim vardı fakat o kişilerin ortak özelliği babamın şirketinde yönetici olmalarıydı. Öldürülme nedenleri olarak "FALCONE-213 projesinden haberdar olmaları ve içeriği hakkında bilgiye sahip olmaları" yazıyordu. Suikast tarihlerinin hepsi bugünü gösteriyordu. Bugün olan her şey, belli bir programa ve plana göre düzenlenmişti. Tabi planın tıkırında işlemesini önleyen benim gibi pürüzler olmadıkça.

Dosyalar arasında gezinip durdum, aklımda büyük resmi oluşturmaya çalışıyordum. Önemli bir dosyayla karşılaştım: "Dosya İmha Protokolü".

Dosyayı açıp okumaya başladım. "Kaza süsü verilme operasyonlarından herhangi biri sekteye uğrar ya da başarısız olursa, operasyon hakkında bilgisi olan herkes ortadan kaldırılır."

Babamın esrarengiz kayboluşunun nedeni bu olabilir miydi? Babama karşı imha protokolü mü uygulanmıştı? Ama mantıksızdı. Zaur Endüstrisi babama aitti, kendi kendini ortadan kaldırmaya çalışması saçmaydı. Belki de bu ortadan kaldırma değil, göz önünden uzaklaştırma operasyonuydu. Babamın elindeki bilgilerle ölüm tehlikesi barındırdığından emindim. Peki ona zarar vermek isteyenler kimdi? Babamın elindekiler kime yarar ya da zarar verecekti?

Eve gönderilen komşu kimin tarafındaydı? Onu bu şekilde öldürüp giden kim olabilirdi? Çıkamadım bu dipsiz bataklıktan, tutunacak dal aradıkça daha da battığımı hissettim.

Bilgisayara dalmış gözlerim hareketsizce yerimde duruyordu. Artık polisi aramanın vakti gelmişti. Kadının telefonunu almak için yukarı çıkmak üzere yeltenmiştim ki arkamdan iki elin ağzıma dayadığı bezle bilincimi kaybettim.

Bilinmeyen Bir Süre Sonra

Gözlerimi yavaşça açtım, sırtüstü yatıyordum. Çimenlerin üstündeydim ve yıldızlar yukarıda parlıyordu. Evin dışında, yerde oturur haldeydim. Evin ışıkları açıktı, kapısı da aralık bırakılmıştı. Esen rüzgar saçlarıma vuruyordu. Yaşadıklarımın şokunu atmaya yetmemişti bu rüzgar.

Etrafıma baktım, annemin arabası evin önüne park edilmişti ve telefonum da hemen yanımda yerdeydi. Sanki annemin Hilal Teyze ile konuşmak için evden çıktığım vakitler gibiydi.

Eve doğru yöneldim ve kapıdan içeri girdim. Annem tekli koltukta oturmuş, telefonla konuşuyordu. Yanına yavaş adımlarla ilerledim. "Anne, kimle konuşuyorsun?" dedim. Annem sakin bir şekilde bana bakarak, "Hilal Teyze'nin aradığını söylemiştim, unuttun mu?" dedi.

Yüzüm bembeyaz kesildi. Annemin böyle bir cevap vermesi imkansız gibiydi. Saatlerdir yaşadığım onca şey nasıl olmuştu? Hepsi hayalden ibaret olamazdı.

"Ne için aramış?" dedim. Gözlerine dik dik bakıyordum, yalan söylediğine dair bir belirti arıyordum.

"Ankara'da bir fabrika yanmış. Şirketin adı Maur imiş, bizim şirketle karıştırmış. Haberlerde görmüş ve geçmiş olsuna aramış. Konuşurken haberim olmadığını sanıp ortalığı gereksiz yere telaşlandırdı," dedi.

Annemden saatin kaç olduğunu sordum. Annem telefonuna bakıp, "Sekizi yirmi geçiyor," dedi.

Zaman hiç geçmemiş gibiydi. Dışarı çıkıp geleli neredeyse on dakika olmuştu. Açık olan kapıdan babam girdi. Paltosunu askılığa astıktan sonra arabanın anahtarlarını ayakkabılığın üstüne bıraktı.

Annem, babamın yanına gidip her zamanki gibi sarılarak karşıladı. "Saatlerdir arıyorum, neden açmıyorsun?" dedi.

Babam, "Telefonu şirkette unutmuşum. Dönüşte de trafiğe takıldım, geciktim," dedi.

Babam yanıma geldi. "Hastalandın mı? Rengin gitmiş," dedi.

Annem, "Komşu aradı, bir şey oldu sandık. Ondan etkilenmiş herhalde," dedi.

Konuşmaya mecalim yoktu. Yaşadığım her şey bir düşten ibaretti sanki. Ellerime, kıyafetlerime baktım. Ne kan izi vardı üstümde ne de tırnaklarımın arasında kir.

Annem, masaya oturmamız için uyardı. İştahım yok diyerek odama çıktım. Yatağıma uzandım. Elimde sıkıca telefonumu tutuyordum. Kafamda bunca şeyi kurmak delilik olmalıydı. Lamin aramıştı beni, telefonumda kayıtlı olmalıydı diye düşündüm. Arama kayıtlarına baktım, fakat sadece meşgule atmışım olarak görünüyordu. Telefonu hiç açmamıştım meğer.

Telefonu tekrar bıraktım ve tavana bakarak yaşadığım onca sahneyi düşündüm. Telefonun ekranı parlayıp sönmeye başladı, arayan Lamin'di. Hemen açtım telefonu. "Alo?" dedim.

Lamin, "Aras, naber?" dedi.

"İyiyim, sen nasılsın?" dedim. Sonra ekledim, "Soracağım soru çok saçma gelecek biliyorum ama bugün seninle konuştuk mu hiç?" dedim.

Lamin, "Bir yıla yakın oldu konuşmayalı," dedi. Çaresizce haklısın diyebildim. Havadan sudan konuştuk biraz daha. Bir hafta sonra geleceğini söyledi.

Tam telefonu kapatacakken söylediği son söz aklıma takıldı. "Gelmeme iki yüz on üç saat kaldı, umarım dayanırsın. Beni eminim özlemişsindir," dedi.

Yaklaşık dokuz gün sonra gelecekti fakat neden dokuz gün demek yerine iki yüz on üç saat dediğini anlamamıştım. Bu sayı etrafında dönen gizemi çözmem gerekiyordu.

Devam Ediyor...


ZALİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin