"Ne kadar az bilirsen o kadar iyi uyursun"
Gökyüzünü izlemek insanın içine huzur doldurur. Sonsuz mavi öyle ferahtır ki yalnızca onu izlemeyi bilenlere gerçek tonundan bahseder.
Ben de çok duydum onun gerçek rengini. Elimi uzatsam dokunacakmışım gibi ama değil de. Yalnızca izlemekle yetinmeme izin veriyor.
"Jimin!" Elimdeki şeftaliyi iştahla ısırırken göz ucuyla aşağıya baktım. Yetimhane müdürü ve bir kaç görevli aşağıda hayret ve kokuyla beni izliyordu. Halbuki korkulacak bir şey yoktu. Yalnızca her zaman yaptığım gibi bahçedeki en yüksek şeftali ağacına çıkıp gökyüzünü dinliyordum.
"Efendim ajumma?" Sinirden kıpkırmızı kesilmiş müdürümüze baktım. Öyle komik duruyordu ki eğer telefon kullanmamıza izin verselerdi bir kaç fotoğrafını çekerdim.
"Bana ajumma diye seslenme demedim mi ben sana?! Seni velet aşağı indiğinde yolacağım o sarı saçlarını." Ellerim korkuyla saçlarıma gitti. Pis kadın zayıf noktamı biliyordu ya hep öyle tehdit ediyordu.
"İnmem ben de." Elimdeki şeftali çekirdeğini gelişigüzel aşağı atıp kafamı kaldırdım. Tam tepede parlak bir şeftali beni çağırıyordu resmen. Bütün güzelliğiyle sanki yıldızları ulaşmak ister gibi duruyordu tepede. Yavaşça oturduğum daldan ayağa kalktım. aşağıdakiler inmem için ne kadar yalvarsa da pek umurumda değildi açıkçası. Her türlü dayak yiyecektim bari son şeftalimi yiyeyim.
Dikkatlice elimi tepedeki şeftaliye uzattım. Çok, çok az kalmıştı. Yaslandığım dala biraz daha ağırlığımı verip elimi biraz daha uzattım. Ve bam şeftali avucumdaydı. Fakat çok sevinemeden yaşlı ağaçtan önce ufak bir çıtırtı duyuldu. Herkes olacağı anlamış gibi öylece beni izliyordu. Dal ben kendimi uzaklaştıramadan kırılınca kendimi sert bir şekilde beton zemin üzerinde, müdürün ayaklarının dibinde buldum.
Seftalimi korumuştum fakat sol bileğim için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi. Üzerine düştüğüm için yoğun bir ağrı bileğimden vücuduma yayılıyor ve kendimi tutmamı engelliyordu. Tanrım bu kadar canım acımamalıydı. İlk düşüşüm değildi ama canım çok acıyordu.
"Acıyor." Zorla bir cümle kurup sırtüstü çevirdim kendimi gözyaşlarım ve feryatlarım benden habersiz gökyüzüne karışırken başıma üşüşüp gülüşen çocuklar umurumda bile değildi.
"İyi oldu sana." Müdürün beni kaldırmaya çalışırken söylenmelerini bile duyamıyordum bu acıyı en son liseye ilk geçtigimde yaşamıştım. O da bir kız tarafından reddelince olmuştu. Demek ki kalp ve kemik kırılması aynı acıya sahipti, ha?
****
"Birkaç hafta boyunca alçıyı kesinlikle çıkartmayın. Yoksa kemik yanlış kaynar ve olay kırıktan ameliyata döner. Ağrısı olursa verdiğimiz ilaçlardan kullansın. Dudağına da dikiş attık. Pansumana gelirsiniz birkaç gün sonra. Çok geçmiş olsun." Güler yüzlü hemşire yanımızdan ayrılırken kolumdaki yüz kiloluk alçıya baktım. Tanrım bu bir şaka olsun lütfen.
"Park Jimin." Şaka olamayacak kadar gerçek. "Sana koruyucu aile çıktı." Şaşkınlıkla yüzümü serumumdan müdüre çevirdim.
"Ne?" Henüz az önce kavga ettiğim bu şirret kadın ne dediğinin farkında mıydı? Benimle dalga mı geçiyordu?
"Aptal çocuk dün geldiler seni görmeye. Evrakları falan onaylanmış. O yüzden başına bir şey gelmesin diye uğraşıyordum." Ters ters bakıp alçıya döndü. "Bana kalsa hastaneye bile getirmezdim seni."
"İyi de bu süreç böyle değil ki. Yani benim onlarla tanışmam falan lazım. Hemen nasıl onaylanmış." İçimde birdenbire bir korku bulutu oluşmuş yağmur yağdırmaya başlamıştı bile. Bu süreci ezbere bildiğim için korkmadan edememiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Salvatore | yoonmin
FanfictionÇocukluğunu yetimhanede geçiren Jimin reşit olmasına yakın evlat edinilir ve kendisini bambaşka bir dünyada bulur. Sırlar, kehanetler ve ayinlerle dolu bir dünyada. "Ve onların içimdeki intikam ateşinden bile haberi yoktu."