14. BÖLÜM

45 1 0
                                    

Günlerden yine çarşambaydı.

Erken saatlerde kalkıp hazırlanmaya başladı, dünden eline çabuk gelsin diye askıya astığı takımını üstüne geçirdi. Fötr şapkasını başına taktığı sırada duvardaki takvimi fark etti. Tarih 26 Haziran'dı. Bugün onun doğum günüydü. Hafifçe yutkundu ve gözünü takvim yaprağından ayırmadan hazırlanmaya devam etti. Bu doğum gününü unuttuğu ve takvim yaprağının ona hatırlattığı hangi kaçıncı yaşıydı? Yüzündeki çizgileri saysa takvimdeki yaşından fazla çıkacaktı yaşı. Hafifçe başını önüne eğip çıktı evinden.

Yolda ilerlerken bir pastaneye uğrayıp ufak kakaolu bir pasta ve bir tane de mum aldı kendine. Hızlı adımlarla önüne çıkan her patika yolu aştı. Mezarlığın yanına gelince burada  bulunan çiçekçi teyzeden bir buket papatya alıp o'nun yanına gitti.

Gelmişti. Tekrar bir çarşamba günü, her hafta olduğu gibi ama bu kez farklı. Derin bir nefes alıp soluğunu yavaşlattı ve elindeki pastayı yavaşça mezarın yanına koydu. Kendisi de şapkasını çıkarıp iki elini önünde birleştirdi.

- Geldim, geldim işte. Ama bak, bu kez pasta da getirdim. En sevdiğinden, kakaolu." deyip pastaya mumu dikip yanına oturdu. Elleri titreye titreye cebinden kibrit kutusunu çıkardı. İçinden bir kibrit çıkarıp yakmaya çalıştı, yakamadı. "Hay Allah" deyip tekrar bir kibrit çıkardı ama onu da yakamadı. Bu durum art arda birkaç sefer sürdü. Artık kibrit kutusunun üstünde birkaç damla vardı. Gözlerinden şakaklarına süzülen yaşların ağırlığıyla kibriti yakmaktan vazgeçti.

- Görüyorsun, değil mi? Sensiz bir mumu bile yakamıyorum. Bugün, bugün benim doğum günümmüş. Yine takvimler söyledi. Kaç yaşıma girdim? Ben bilmiyorum, sen biliyor musun? Takvimler mi? Onlar da bilmiyorlar. Onlar sadece gününü söylüyorlar. Söylesene Umay, ben kaç yaşındayım, bu benim sensiz hangi yaşım?"

Bir bebeğin annesinin karnına muhtaçlığı gibi çekildi kendi içine, bir eliyle göz yaşlarının akmasını engellemeye çalışırken diğer eliyle sıkıca sarıldı paltosuna. Boğuk sesinin içinden kelimeler soluksuz çıkmaya devam ediyordu:

- Sen gittiğinden beri benim bir yaşım yok, biliyor musun? Çünkü sen giderken benden yaşlarımı da alıp götürdün ve sen, sen bende sadece bir kelebek ömrü bıraktın. Öyle ki her günümü sonmuş gibi geçiriyorum, bu ne kadar zor! Anlayamazsın. Her günün sonunda sana kavuşacakmışım hissiyle uyanıp ertesi güne sensiz uyanmak ne kadar zor, anlayamazsın. Bu, bu çok ağır. İnan ki çok ağır. Bu çok çok ağır."

Daha fazla göz yaşlarına engel olamadı. Çünkü artık gözlerinden değil, kalbinden akıyordu yaşlar. Kalbinden gözlerine, gözlerinden şakaklarına, şakaklarından toprağa karışıyordu. Böyle olur ya zaten; insan en sevdiğini kaybedince sadece sesler değil, yaşlar da akar kalbinden. İşte buna "kalp yaşı" denir ve kalpten akan yaşları hiç bir gülümseme silemez.

Yağan yağmura karıştı kalp yaşları fakat o yine de aldırmadı. Başını alıp dizlerinin arasına tüm kalbini döktü ortaya. Ağladı, hıçkırdı, ağladı, hıçkırdı, ağladı... İçini çekti sonra. Başını kaldırıp baktı gri gökyüzüne.

- İYİ Kİ DOĞDUM!" diye bağırdı ve daha yumuşak bir sesle devam etti:

- Evet, doğdum. İyi ki doğdum ama işte sen yoksun."

Oturduğu yerden ayağa kalkmaya çalışırken hafif yalpaladı. Paltosunun arka etek kısmını eliyle temizleyip şapkasını başına taktı.

- Eğer sen olsaydın o zaman tüm iyikiler iyi gelirdi bana. Ama sen yoksun ya artık tüm iyikiler haram bana. Bunu unutma. Asla unutma! Çünkü sen benim uçmak için açmaya kıyamadığım kanadımdın. Hangi ara yara alıp kırıldın? Hangi ara beni yaşama mahkum bıraktın? Hangi ara gittin benden? Söyle, konuş benimle sarı papatyam."

SARI PAPATYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin