Yüzünde ki çizgiler geçmişi özlercesine boynunu büktü. Gözlerinden akan damlalar hatıraları arasında yerini aldı. Tüm umutlarını serdi önüne, düşlerine direndi ama hayallerine yenildi. Özlem dolu tebessümler içinde eşyaları yavaş yavaş topladı, çekmeceye aynı düzenle yerleştirdi. Yerine geri taktığı çekmeceyi kilitleyip odadan çıktı. Masaya oturup sarı papatyasının yapraklarına yumuşak bir tonla dokundu. İçten fakat yorgun bir ses tonuyla:
"Benim sarı papatyam, evimin küçük güneşi. Doldur yüreğimi sıcaklığınla, yüreğim soğudu. Artık kendimi arar oldum, kaybettim baştan ayağa neyim varsa. Bir sen kaldın herkesten geriye, bir de içime esir olan umutlarım. Al beni, sar yapraklarına, avut toprağında. Ben, ben değilim."
Bir ok saplanır gibi acıyordu kalbi, sözleri dilinin ucunda çırpınırken göz bebekleri donuk bir halde etrafı seyre dalmıştı. Atılan boş bakışlar altında nice biçimsiz kelime yatıyordu. Aklından silemiyordu geçmişi, istese de silemezdi ki. Sonuçta geçmiş, geçmişte olsa onun yaşadığı zaman dilimiydi. Her şeyiyle onundu; acısıyla, tatlısıyla, sevinciyle ve hüznüyle... Atmak istiyordu, bütün duygularını çöp poşetine koyup atmak istiyordu. Belki duygusuz bir insan olsa daha mutlu olurdu. Çünkü tüm duygusuz insanlar mutluydu. En azından dışarıdan görünen buydu.
Yerinden kalkıp kendi odasına gitti. Eline aldığı kalemin kapağını hiddetle açtı ve boş bir yer aramaya başladı. Duvarların her yeri dilinden dökülmeyenlerle doluydu. Kendine uygun bir yer bulamayınca sandalyesine oturdu. Masasının üzerinde şöyle bir göz gezdirdikten sonra eşyaları elinin tersiyle kenara itti. Kaleminin ucuna diliyle dokunup yazamaya başladı:
"Biliyorum;
Güneş bir tek geceye doğmaz,
Gecenin sahibi aydır.
Biliyorum;
Her geceye şahit olan bir de sabah vardır.
Biliyorum;
Gökte bulut ağlarken sevinmez yeryüzü.
Gökkuşağının bile içinde bir siyah vardır.
Biliyorum;
Dil sussa da dile şahit olan bir kalp vardır."yazısını bitirdikten sonra kalemini masasına koyup kapıya doğru yaklaştı, arkasına dönüp yazdıklarına baktı. Masayı, duvarları derinlemesine süzdü. Dilinin ucunda ezdiği her kelimeyi duvarlarla paylaşmıştı.
Odasından çıkıp salonda, cam tarafında ki tekli koltuğa oturdu. Sehpanın üzerinde ki okuma kitabını alıp gözlüğünü taktıktan sonra kitabını okumaya başladı. Aklını zorlayan düşüncelerini, eline geçenleri okuyarak cezalandırıyordu. Kitabını okumak için sakin ve istekli fakat bir o kadar da yorgundu. Birkaç sayfa okumuştu ki telefonun çalmasıyla irkilip, kendine geldi. Gözlüğünü çıkarıp ayağa kalktı. Masanın üzerinde ki telefonu aldı:
"Alo"
"Alo, iyi günler Eflatun Okyanus beyle mi görüşüyorum?"
"Evet, buyrun benim."
"Eflatun! Oh be sonunda buldum seni ya."
Eflatun, ne olduğunu anlayamamıştı. Yüzün de ki şaşkın ifadesi sesine de yansımıştı:
"Pardon ama siz kimsiniz?"
"Oğlum benim ya ben Haydar, çocukluk arkadaşın Haydar Pehlivan."
Eflatun, geçmişinden özellikle de çocukluğundan kalan birini öğrenince hem çok şaşırmış hem de içinde anlam veremediği bir sevinç yaşamıştı. Telefonda ki adam:
"Alo, Eflatun orda mısın?"
Eflatun, yaşadığı şokla kekeleyerek:
"Bu... bu.. burdayım, evet burdayım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARI PAPATYA
ChickLitO, her şeyini kaybetmiş yalnız bir adam. O, sarı papatyasının her yaprağına hayallerini yazan bir adam. Tek isteği, güneşin onun için doğması. ... ve anladı ki; hayallerini ertelersen, kaybedersin.