Ve sonunda yolculuk bitmişti. Önce havaalanına inmiş, ardından otobüsle New York'un en salaş bölgesine gelmiş, yolun ortasında duruyorlardı. Fuat bir eliyle telefonda yazan adrese bakarken, diğer eliyle de cebinden çıkarttığı detaylı haritaya bakıyordu. Peki o bunları yaparken, Eflatun ne yapıyordu?
Gözbebekleri etrafı ürkek ve bir o kadar meraklı adımlarla geziniyordu. New York 'ta hava sıcaktı, güneş kavurucu şıklığıyla mavi de boy gösteriyordu. Birden Fuat'ın sesiyle irkildi;
"Hocam, yolu buldum. Burdan gideceğiz" diyerek hocasına elinde ki haritadan bir yol gösterdi, sonra buranın tam çaprazlarında olan yol olduğunu parmağıyla anlattı Fuat.
Sonunda gelmek istedikleri noktaya gelmişlerdi, hava neredeyse kararmak üzereydi. İşte karşılarındaydı, ödül törenin yapılacağı yer. Her yeri ışıklarla donatılmış binanın önünde yolun başına kadar uzanan cılız bir kırmızı halı vardı. Dev afişlerin alt kısımlarına başı dönen renkli ışıklar asılıydı. Işıklar vurdukça afişler daha canlı görünüyordu.
Eflatun eliyle yakasını düzeltmeye başladı. Afişlere bakarken yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Fuat:
"Tamam bulduk. Ama hocam, sanırım bir sorunumuz var." diyerek bavulu ve papatyayı işaret etti.
Eflatun, Fuat'ın işaretini gözleriyle takip ederek sorunun ne olduğu buldu.
"Aaa, evet evet. Bunları bunları nereye koyacağız? Yani koyacak bir yerimiz yok ki. Direk buraya geldik."
Fuat, eliyle çenesini sıvazlarken bir çözüm arayan bakışları çoktan etrafı irdelemeye başlamıştı bile. Sonunda:
"Tamam, buldum hocam. Kapıda ki görevliyle konuşalım. Kabul ederlerse ona teslim ederiz."
Eflatun, Fuat'ın dediklerini başıyla onayladı. Birlikte güvenliğin yanına gittiler. Fuat, güvenlikle İngilizce konuşmaya başladı. Sonra Eflatun'un yanına geldi;
- Maalesef hocam. Emanet alamazlarmış. Eşyaların başına bir şey gelirse onlar suçlu olurmuş. Şimdi ne yapacağız?"
Eflatun sağa sola bakınıp;
- Ağaçların oraya bir yere saklayalım. Kimsenin bulamayacağı, ışıkların vurmadığı karanlık kısımlara koyarız. Olur mu?"
- Olur, hocam."
Eşyalarını kökleri toprağın altından özgürlüğüne kavuşmak isteyen gövdesi irice bir ağacın altına koydular. Ağaç sanki onları hissetmiş gibi bir hışımla yapraklarını savuruyordu.
- İhtişamlı."
Girdikleri binanın içinde Fuat dilinden sadece bu kelime düştü yere. Çünkü ıçerisi gerçekten bu kelimeye değerdi. Her yeri yaldızlarla süslenmiş binanın içinde duvarlar da yıllara göre bu ödülü alanlarla çekilmiş resimler vardı. Resimlerin hemen yanında kare şeklini almış, üzeri simli ve bükülü - sanki birisi basit bir telin üzerinde el işini dememiş - görünümde çerçeve vardı. Altına bu yılın tarihi atılmış ve içinde bir resim yoktu. Birden Fuat o çerçeveyi gösterip;
- Hocam, sizin resminizi asacaklar. Bakın! İşte sizin çerçeveniz" diyerek çerçevenin bulunduğu yere Eflatun'u sürükledi. Eflatun sessizce mırıldanıyordu;
- Allah'ım bunlar bir rüya mı? Eğer rüyaysa izin ver sonunu da göreyim, sonra uyandır beni. Ama gerçekse elimden tut, korkuyorum."
Eflatun, mor üstünde mor simlerin yer aldığı çerçeveyi parmağının ucuyla yokladı. Aslında bir nebze her şey gerçek mi değil mi onu kontrol ediyordu. Güvenliğin sesini duyunca irkildiler;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARI PAPATYA
ChickLitO, her şeyini kaybetmiş yalnız bir adam. O, sarı papatyasının her yaprağına hayallerini yazan bir adam. Tek isteği, güneşin onun için doğması. ... ve anladı ki; hayallerini ertelersen, kaybedersin.