Eflatun'un yanında oturan adam, sandalda ki sepetten bir midye alıp:
"Doğru mu diyor bu? Serinlemek mi istedin?" diye sordu.
Eflatun, bir şey demedi. Sarıldı battaniyeye, kıyafetleri vücuduna yapışmıştı. Adam middeyi ağzına atıp sözlerine devam etti:"Anladım ben seni. Eee oğlum madem serinlemek istedin ne için buraya geliyorsun? Az ilerde derin olmayan bi yer var. Oraya gideydin ya."
Yavaş yavaş kıyıya yaklaştılar. Eflatun oturduğu banka gidip kabanını ve ajandasını aldı. Adamlardan iri ve göbekli olanı:"Hadi gel, bizim tekneye gidelim. Isın orada." dedi.
Eflatun:
"Yok, sağ olun. Ben eve gitsem iyi olur."
"Saçmalama, ıslak ıslak mı gideceksin? Gel, hadi."
"Peki."
Eflatun, adamların teknesine gitti. Tekne de minik bir oda vardı, oraya girdiler. Bu oda birkaç tabureden ve tahta bir masadan ibaretti. Ufak bir penceresi, yuvarlak bir sobası vardı. Adamlar bir yandan ısınıyor, bir yandan da Eflatun'u soru yağmuruna tutuyorlardı."Söyle bakalım, senin memleket neresi?"
"Buralıyım ben."
"Ha, İstanbullu'sun yani. İyi iyi. Ne iş yaparsın?"
"Emekli öğretmenim."
"Ne öğretmenisin?"
"Edebiyat"
Sorular devam ediyordu, onlar sordukça Eflatun kasılıyor daha da gergin bir hale giriyordu. Belki de ilk defa tanımadığı insanlar tarafından ona bu kadar soru soruluyordu. Soruları sakinlikle cevaplıyor, bir an önce ısınıp gitmek için elinden geleni yapıyordu."Evli misin?"
"Hayır, değilim."
"O zaman sevdiğin vardır."
Eflatun, susup başını yere eğdi.
"Hı, var mı bir sevdiğin? Hem bu yaşına kadar niye evlenmedin?"
Bu sorulara cevap vermek istemiyordu. Susma hakkı ne kadarsa hepsini kullanıyordu. Adamlar birbirleriyle göz göze gelip, daha fazla bu soruları üstelemediler.
Akşama doğru kabanını giyip, ajandasını alıp eve doğru yürümeye başladı. Duygularını karıştıran tüm düşünceleri kafasında birikmişti, sürekli rahatsız ediyorlardı onu. Onlara engel olabilmek için ara sıra başını iki yana sallıyordu. Yavaş, sakin, isteksiz bir şekilde atıyordu adımlarını. Kalbini saran şeyler şimdi tüm vücuduna yayılmıştı.
Evine gelip, hemen masasına oturdu. Ajandasını açıp, dilinin ucuyla kalemine dokundu. Yazmaya başladı. Bu kez son cümlelerini döküyordu. Kafasında biriken her şeyi boşaltı boş sayfalara. Kalbine gelenler teğet geçti satırları, arttıkça umudu azaldı duyguları. Yazdıkça yazdı, her seferinde biraz daha fazla. Son noktasını koydu. Sayfanın altına büyük harflerle, iki çizgi arasına;" -SON- " yazdı.
Sıra hikayesine başlık koymaya gelmişti. Ajandanın ilk sayfasını açtı. Orayı başlık için boş bırakmıştı. Dilinin ucuyla dokundu kalemine, hafifçe gülümseyerek:"SARI PAPATYA"
yazdı.
Artık yarışmaya hazırdı. Kapattı ajandasını, sarı papatyasına baktı:"Ah benim sarı kızım! Güneş bu kez bizim için doğacak." dedi.
Ajandasını eline alıp odasına gitti. Masasına oturdu, onun resmini eline aldı. Hafifçe gülümseyerek, diğer elinde ki ajandayı ona gösterdi:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARI PAPATYA
ChickLitO, her şeyini kaybetmiş yalnız bir adam. O, sarı papatyasının her yaprağına hayallerini yazan bir adam. Tek isteği, güneşin onun için doğması. ... ve anladı ki; hayallerini ertelersen, kaybedersin.