Ölüm... Korkutucu bir şeydi değil mi? İnsanlar korkardı. Ölmemek için yalvaran insanlar... Ölmemek için herşeylerini, bedenini satan insanlar... Ölmemek için başkalarını öldüren insanlar... Daha önce çok yalvarmıştım. Daha önce bedenimi de çok satmıştım. Daha önce insan da çok öldürmüştüm. Fakat bunlar ölmemek için değildi. Ölmemesi içindi.
Chan hyung... O düşmanları tarafından öldürülemezdi. Ölecekse yaşlandığında hastalıktan ölmeliydi. Kimse onu öldürmemeliydi çünkü zamanında beni ölümden o kurtarmıştı. Beni kurtarmış, beni büyütmüş, beni korumuş ve kollamıştı. Şimdi benim yüzünden ölmemeliydi.
Odada, halının üzerinde boylu boyunca uzanmış ve karanlık yüzünden göremediğim tavana bakıyordum. Aklımdan geçen tek şey ise Chan hyungdu. O sikik hatayı yapmasaydım şuan yanımda olabilirdi. Fakat ben onu almaya bile gidemiyordum. Ayaklarım sanki hareket edebildiklerini unutmuş gibilerdi. Şakaklarıma doğru akan yaşlar durmak bilmiyordu ve göğsümde öyle bir acı vardı ki gözlerimin yanmasını umursayacak durumda değildim. Korkuyordum. Ona bir şey yapmış olabilirlerdi.
Telefonuma gelen bildirim sesi beni içine çeken sessizlikten uzaklaştırmıştı. Sağ elimin ucunda duran telefonu bakmadan elime aldım ve yüzümün hizasında yukarıda tuttum. Mesaj onlardan gelmişti ve bir fotoğraftı fakat konuşmaya girmediğim için fotoğrafı göremiyordum. Telefon kapandığında ışığından rahatsız olduğumu anladım.
Zar zor doğruluktan sonra telefonu açtım ve tüm cesaretimi toplayıp bildirime tıkladım. Gördüğüm fotoğraf yüzünden telefon titreyen ellerimden ayrılıp kucağıma düşmüştü.
Fotoğrafta Chan hyung vardı. Bir sandalyeye bağlanmıştı ve sandalye yerdeki kanların üzerinde duruyordu. Chan hyungu öldüresiye dövmüşlerdi ve bu sadece benim sinirlerime yenik düşüp bedenimi sattığım adama vurmamın bedeliydi.
Kahretsin... Ne yapmıştım? Chan hyungu öldürmüş müydüm? Elim yine telefona gitti ve titreyen ellerimle ses kaydına tıkladım çünkü yazı yazamayacağımı biliyordum.
"O-o öldü m-mü"
Mesajım görüldükten hemen sonra aradı beni. Telefonu hemen açıp kulağıma götürdüm. Ben daha bir şey demeden Chan hyungun sesini duydum.
"J-jisung-" Hemen ardından gelen öksürük ve kusma sesi kan kustuğunu anlamama yetmişti.
"Hyung..."
"Jisung," Zar zor konuşuyordu ve ben ağlamaktan başka bir şey yapamıyorum. "Onu ikna etmeliymişsin. Eğer dava açmazsa bizi rahat bırakacaklar." dediğinde dondum. Bizi tamamen bırakacaklar mıydı yani?
"H-hyung gerçekten mi?"
"Dava açmasın Jisung. Lütfen... Tek istedikleri bu."
"T-tamam, hyung. Halledeceğim. Söz veriyorum. Bir kere de olsa seni kurtaracağım. Her ne kadar seni bu bataklığa ben atmış olsam da..." son cümleyi o kadar kısık söylemiştim ki ben bile zor duymuştum.
______________________________________________
-----------------------------------------------------------------Son olarak ceketimi de giyinip evden çıktım. Gideveğim yerin adresini bilmediğim için taksiye binmedim fakat yolu biliyordum. Yürümeyi seçtim. Yaklaşık bir saat yürüdükten sonra büyük villanın önüne gelmiştim. Etrafta başka ev yoktu ve ben kaldırımda durup korku içinde eve bakıyordum.
"Birini mi arıyorsunuz?" Kapının önündeki koruma soru sorarcasına kaşlarını yukarı kaldırmıştı. Zaten çok korkuyordum be onun şu kocaman bedeni mümkünmüş gibi daha çok korkmamı sağlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deadly Difficulty 1/Minsung
FanficBenim için tek kurtuluş ölümdü. İnsanlar ölümden korkardı değil mi? Ben niye yaşamaktan korkuyorum? Şimdi kendimi bu çatıdan bıraksam mutluluğa erer miyim? "Hey! Ne yapıyorsun sen orada!? Çabuk in oradan, düşeceksin!" *intihar düşüncesi* *kişilik bo...