Minho'ya herşeyi anlatmıştım. Onlar yüzünden öldürdüğüm, ilişkiye girdiğim insanlara kadar herşeyi anlatmıştım. Peki, bu anlattığım herşeyin sonunda ne derse beğenirsiniz? "Dava açmayacağım," veya "geçmiş olsun"? Hayır, "Çok şey yaşamışsın" dese bile olurdu. Fakat iki yana doğru kıvırlan dudaklarından dökülen tek şeyler şunlar olmuştu.
"İsteyerek fahişelik yapmıyordun yani." İsteyerek? İsteyerek mi? Ne sikim saçmalıyordu?! Kim isteyerek fahişe hayatı sürer ki?!
"Anlattığım onca şeyden sonra söyleyeceğin tek şey bu mu? Ciddi misin?" diye sitem ettim. Buna karşın başını koltuğun sırt kısmına yasladı ve gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Tamam, dediğin şeyi boşveriyorum. Dava açmayacaksın, değil mi?" diye sorduğumda güldü. Herşeye de gülüyordu bu sadist. Öldürsem mezarında da güler bu kesin.
"Dava açmayı hiç düşünmedim ki." dediğinde küçük dilimi yuttum sandım. Dava açmayı düşünmemiş miydi?! O zaman bunca zaman direkt olarak dava açmayacağım deseydi ya! Ya da başta dava açacağım demeseydi?
"Ama dava açacağını söylemiştin." dediğimde doğrulup gözlerini gözlerime dikti.
"Jisung, bana tokat at. Var gücünle." Sadist olduğu yetmemiş gibi bir de mazoşist miydi? Manyak...
"Mazoşist misin neden tokat atmamı istiyorsun?"
"Mazoşist olmam için karşıdan istediğim şeyin acı vermesi gerekir. Jisung, tokatın sinek ısırığı kadar acıtmıyor." deyince zaten çatılan kaşlarımı daha da çattım. Ciddi miydi bu? O halde en başta neden dava açacağım demişti ki?!
"O zaman neden başta dava açacağım dedin?"
"Sinirli zamanlarımdaydım." diye kestirip attıktan sonra ayağa kalktı. "Telefon aldınız mı?"
"Hayır, telefonum var."
"O eski şeyi kullanmayacaksın." deyip odasındaki televizyonun ünitesinden bir cep telefonu çıkarıp yanıma geldi. Yanıma oturduğunda elini telefonun ekranındaki kırıklarda gezdirdi. "Bu eski telefonum, ekranını halledersek kullanabilirsin."
"Yeni telefon istemiyorum." Şuanki telefonumu Chan hyung almıştı. Zaten buraya taşınıp yıllardır Chan hyungla yaşadığım evden ayrılmam yetmezmiş gibi Chan hyungun aldığı telefonu atmak istemiyordum.
Minho bana dönüp ciddi misin dercesine baktığında açıkladım. "O telefonu Chan hyung almıştı." dediğimde gözlerini devirip başını başka yöne çevirdi.
Sessizce "Ne chan hyungmuş" dediğini duymuştum.
Tekrar bana döndüğünde "Pekala," dedi nefesini vererek. "Bir isteğin var mı? Aç mısın?" dediği an karnım gruruldadığında o gülerken ben utançtan karnımı tuttum ve başımı başka yöne çevirdim. "Yemek yiyelim o halde." deyip ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Ben de kalkıp peşinden gittim.
Odadan çıktığımızda aynı koridordaki başka bir odaya yöneldi. Odanın kapısını tıklatmadan açtığında gördüğümüz manzara ikimizi de şok etmiş olmalı ki ikimiz de gözlerimizi kocaman açarak durduk.
Oda muhtemelen Felix veya Hyunjin'in odasıydı ve kapının tam karşısındaki koltuklarda Hyunjin'i, Felix'i öperken görmüştük. Felix'in gözlerini kocaman açmış bir şekilde Hyunjin'e baktığını görürken, Hyunjin'in ise sadece arkasını görebiliyorduk fakat onu öpüyor olduğu apaçıktı.
"Aile var aile!" diye bağırıp Hyunjin'in geri çekilmesini sağlayan Minho hızlıca odadan çıktığında üçümüz de arkasından bakakaldık. Birkaç saniye sonra onlara dönüp kapı kolunu tuttum.
"Ben sizi yalnız bırakayım," diyerek kapıyı kapatacakken yanakları kızarmış olan Felix koşarak yanıma geldi.
"Hayır, şey... Eee..." Ne söyleyeceğini bilemeyerek kekelerken sıklıkla dudaklarını ısırıyordu. "Gidelim işte!" diye bağırıp odadan çıktıktan sonra beni de peşinden sürükledi. Birlikte alt kata indikten sonra iki merdiven arasındaki kapıdan içeri girdik. Jeongin ve Seungmin'le eve geldiğimde düşündüğüm gibi burası da siyah ve gri ağırlıklı bir salondu.
Kocaman salonun sağ tarafında büyük bir masa, ortasında koltuk takımı, solunda ise duvarı kaplayan kocaman bir televizyon vardı.
Felix beni televizyonun olduğu tarafa çektikten sonra endişeyle konuştu. "Sen öyle bir şey görmedin tamam mı?"
Olumlu anlamda başımı salladım fakat neden görmemiş gibi yapmam gerekiyordu ki? Bence çok yakışıyorlardı.
"Bu arada," dedikten sonra kaşlarını kaldırdı. "Artık burada mı kalıyorsun?" dedikten sonra gülümsedi. Aslında kalmamı gerektirecek bir şey yoktu fakat galiba artık ekiplerinde olduğum için burada kalmalıydım. Ama abim ne olacaktı? Onu kurtardıktan sonra bir şekilde evime dönerdim.
"Evet," dediğimde kocaman gülümseyip sarıldı.
"Çok sevindim!" Bilmiyorum... Belki de hiç sevinmedi ve tam şuan beni öldürmek için bu kadar sıkı sarılıyor.
"A-ah... Şey, çok sıkı sarılmıyor musun?"
"Ah, pardon!" diyerek geri çekildi. "Kusura bakma, çok sevinince sarılasım geliyor insanlara."
"Anlıyorum, sorun değil-"
"Jisung!" Minho'nun sesimi bağırmasıyla Felix'e gitmem gerektiğini söyledikten sonra salondan çıktım. Minho merdivenlerin başında durmuş yukarıya bakıyordu.
"Buradayım." deyip yanına gittiğimde bana baktı.
"Dışarda yiyelim mi diye soracaktım." Sorusuna karşı dudak büzüp omuz silktim.
"Bilmem. Sen seç."
"Peki o zaman. Dışarda yiyelim, gel." Dış kapıya doğru yürürken peşinden gittim. Birlikte dışarı çıktıktan sonra etraftaki korumalardan birine bir şey dedi. Yürüyerek bahçe kapısından geçtikten sonra durdu. Onla birlikte ben de durdum.
Biraz sonra önümüzde duran arabayla neden beklediğimizi anladım. Minho kapıyı açıp geçmem için kenarda durunca ona bakıp neden böyle bir şey yaptığını anlamak istercesine dudak büzdüm. Benden hemen sonra arabaya bindikten sonra "It's Okey'e gidiyoruz." dedi ve arkasına yaslandı.
"Orası uzak değil mi efendim?" Şöförün sorusuyla Minho ona öyle bir baktı ki adam korkarak önüne döndü.
Araba harekete geçtiğinde ben de rahat koltukların huzuruna kendimi bırakıp gözlerimi kapadım.
Gece hiç uyuyamadığım için uykuya dalmam çok uzun sürmemişti.
*Minho'dan*
Başımı telefon ekranımdan kaldırıp Jisung'a baktığımda gözlerini kapatmış, uyuyor olduğunu gördüm. Yol uzun olduğu için uyandırma gereği duymadım.
Onu benim için özel olan bir restorana götürüyordum. It's Okey. Orası hayatımın dönüm noktasıydı.
Bay Jung beni intihar etmek üzereyken bulmuştu. O zamanlar onu tanımıyordum, o da beni tanımıyordu. Çaresizce elinde camla intihar etmeye çalışan bir çocuğu kurtarmanın sevabının günahlarını sileceğini düşünüp beni kurtarmıştı. Hemen ardından beni buraya getirip öyle bir konuşma yapmıştı ki intiharın anlamını unutturmuştu.
Beni kurtaran adamın eceli olmak zorunda kalmış olmak üzücüydü. O beni yaşatırken ben onu öldürmüştüm. Fakat haklıydım. Bana bir şey yapmasa bile sevdiklerime dokunmamalıydı. Onu buna pişman etmiştim, yine olsa yine ederdim.
Bakışlarım uyuyan güzele, yani Jisung'a kaydığında üzerinde sadece kısa kollu bir tişört olduğunu gördüm. Üşümesin diye kot ceketimi çıkartıp üzerine örterken biraz kıpırdandı ama uyanmadı. Ben de arkama iyice yaslanıp camdan dışarıyı izlemeye koyuldum.
![](https://img.wattpad.com/cover/337223686-288-k56606.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deadly Difficulty 1/Minsung
Fiksi PenggemarBenim için tek kurtuluş ölümdü. İnsanlar ölümden korkardı değil mi? Ben niye yaşamaktan korkuyorum? Şimdi kendimi bu çatıdan bıraksam mutluluğa erer miyim? "Hey! Ne yapıyorsun sen orada!? Çabuk in oradan, düşeceksin!" *intihar düşüncesi* *kişilik bo...