O gecenin ardından bedenimde yorgunluk yüklüydü. Kolumu kaldıracak halim kalmamıştı. Elimi yana attığımda yeniden onu görecek olmanın hayaliyle tutuşuyordum ama tek hissettiğim yastığın soğuk kısmıydı. Üzülerek boşluğa döndüğümde derin nefes aldım. Üzgündüm ama panik de sarmıştı beni. Neden yanımda değildi şu anda?
Sesini haykırarak evin tüm odalarına bakındım ama yoktu. Kendi evinde beni bırakıp gitmesi şaşkınlık vericiydi cidden. Markete gidebileceğini düşünerek omuzlarımı silktim ve dolaptan süt paketini açarak bardağın tekine devirdim.
Beyaz sıvıyı yudumlarken masada gözüme çarpan nota ilerledim. Elime alıp baktığımda anlamsız bakışlar attım kağıda karşı.
Hazen, bir süre olmayacağım. Anlatmak istemiyorum. Gelene kadar kendine iyi bak.
"Ha?" dedim anlamsızca. Beni bırakıp gitmişti yani. Gelecek ya da gelmeyecek. Beni ortada bırakıp gitmişti. Hem de o geceden sonra. Aptal kafam! Kullanıldın işte! Ne diye inanırsın iki günlük insana? Ne diye gönlünü açarsın ki?
Tıpkı geçmişimdeki herkes gibi bırakıp gitmişti. Geleceğini söyleyerek gitmişti. Kimse gelmeyeceğim demezdi zaten. Sözde herkes gelecek bir gün? Ne zaman? Mahşer gününde mi?
Kalbim kırılmıştı, hem de çok fena. Bana derdini anlatmamıştı bile. Bana hiçbir şey söylememişti, anlatmamıştı. Beni her ne yaşıyorsa ırak tutmuştu. Neden beni hayatına almıştı? Almamış mıydı yoksa, ben buna mı inanmıştım?
Elimdeki bardağı bırakıp mutfaktan defoldum. Odaya gidip kıyafetlerimi giyinip, çantamı da alarak evinden def oldum. Ben de onu terk etmiştim.
O kadar üzülemiyordum. Klasik terk edilişlerimden biriydi. Gitmem deyip gidenlerden, geleceğim deyip gelmeyenlerden, seni çok seviyorum deyip aldatanlardan... Fiziki aldatma değildi kastım, duygularım aldatılmıştı.
İlelebet bir daha karşılaşmamak uğruna terk edilmiştim muhtemelen. Yakın zamanda binadan taşınır ve birbirimizi hiç görmezdik. Ne ölümüz buluşurdu, ne de dirimiz.
İçimde bir sıkıntı vardı ama. Her zamanki terk edilişim bir dejavu gibi girmişti hayatıma yeniden ama rahatsız eden başka şeyler mevcuttu. Gönlüm farklı bir şekilde ona açmıştı kapılarını. Ona açarken çocuğuna da açmıştı. Atlas'a olan sevgimi desteklemişti Uygan'a olan sevgim. Ben iki adama aralamıştım gönül kapılarımı.
Bana anneliği tatmam için bir şans doğmuştu. Kısa sürmüştü belli ki ama bu duyguyu bana yaşattıklarından habersizlerdi. Ben onun ablasıydım ama içimde bir annelik umudu yeşermişti. Görüp görebileceğim en tatlı histi bu.
Ben sadece sevgiye muhtaç bir kadındım.
Ben sevgiye muhtaçtım. Bana yaklaşacak adımları başımın üstünde gezdirecek bir kadındım. Ufacık bir sevgi gösterisi, ederdi beni deli. Olurdum Deli Divane. İkinci bir kişinin sevgisini almak imkansız mıydı şu fani dünyada? Her şey çıkar ilişkisine mi bağlı olurdu? Birini sevmek sığdırılmamış mıydı buraya? Sevgiden doğmaz mıydı güzellikler?
Öpüşmek, sevişmek, el ele tutuşmak, gülüşmek, sohbet etmek... Bunlar sevgiyi temsil ederdi benim gözümde. Sohbet ettiğim biriyle gülüşebiliyorsam; gülüşüne aşık olup el ele tutuşup, öpüşebiliyorsam; öpüşünü sevdiysem de sevişebilirdim. Bunlar birer zincir kuraldı.
Bana yasaktı ama.
Sevilmek ve sevmek.
Bana olan yasak hisler ve olaylar.
Sevgisizliğe mahkumum.
Akıllandığımı sanıyordum her defasında ama yine, yeniden başa sarıyordum. Bu sefer emindim yine de. Sevmeyecektim. Hatta, bana 'seni seviyorum' diyene, mutlaka 'kaç gün?" diye soracaktım çünkü bu kahrolası dünyada üç kuruşluk sevgi günlere bedeldi. Gün geliyor, o kişi sizi sevmez oluyordu artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deli Divâne | +18
Teen FictionBir yaşam ne kadar vasat olabilirse, o kadar vasattı bazı yaşamlar. İki yaşam ne kadar alakasız olabilirse, o kadar alakasız ve bağımsızdı. Hazen, hayatını bir boşluğa adamıştı. Kimi zaman o boşluktan kurtuluyor ama bir şekilde yine kendini tanıdık...