İnsanların kendine özgü hayat felsefeleri vardır. Bunlar amaçlar, hedefler, yaşayış biçimi doğrultusunda ortaya çıkar. Her insanın amacı farklı olduğu için hayat felsefesi de farklıdır doğal olarak.
Peki ya amacı olmayan başıboş bir insanın hayat felsefesi olabilir mi?
Kızcağız düşünür dururdu hep; ne için hala nefes alıyorum diye. Beni bu hayata bağlayan şeyler neydi diye. Bazı sorular cevapsız kalır. Bunlar da o sorular içerisindeydi işte.
Amacı yok ama hayat felsefesi vardı bir nevi aslında onun: Nefes almaya devam et ve ilaçlarını al.
Bazen bir robot gibi hissettiği bile oluyordu kızcağızın. Her gün aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu çünkü.
Uyan, ilaçlarını iç ve tekrar uyu.
Çok basit ve yorucu olmayan bir hayat gibi gözüküyordu aslında. Düşünmek zorunda kaldığı hiçbir sorun yoktu. Annesi her şeyi ona sağlıyordu ne de olsa. Para mı lazım, binlerce nakit gönderirdi. Onun içi ne de olsa para büyük bir sorun değildi. Büyük bir iş kadınıydı kendisi sonuçta. Ün salmış, kariyerinde zirve yapmıştı.
Tabii ki de bu nedenle itibarına çok önem veriyordu. Her şeyi kusursuz olmalıydı. Evi, arabası, şirketi ve çalışanları, kızı...
Her şeyin kusursuz olmasını sağlamıştı ama bir türlü kızında o kusursuzluğu sağlayamamıştı. Normal değildi ona göre kızı. Davranışları normal değildi. Fazla enerjik, fazla haylaz, fazla gürültücüydü. Her şeye ağlar ya da gülerdi. Söz dinlemez, her yeri dağıtırdı.
Yıllar geçti, geçen bu süre zarfında kızını düzeltmek için her yolu denedi. Onu odaya kapattı, ceza verdi, tehdit etti. Ama kızcağız bir türlü düzelemedi. Aksine daha da kötü oldu zavallı küçük. Oysa annenin tek isteği diğer arkadaşlarının kız çocukları gibi görünmesi, onlar gibi davranmasıydı. Onu küçük yaşından beri bir hanımefendi olarak eğitmeye çalışsa da çabaları bu şekil boşa gitmişti.
Sürekli ağlayan, oradan oraya koşuşturup duran o normal kız çocuğu kayboldu zamanla. Tepkisizdi, donuktu artık. Ne ağlıyor ne de gülüyordu. Ne nefret ediyor ne de seviyordu.
Anne daha da huzursuz olmuştu bu durumundan. Artık daha fazla karşı çıkıyordu kızı kendisine karşı çünkü. Ergenlik döneminde olduğu için böyledir diye düşünüyordu ama liseyi bitirince bile devam ediyordu onun için koyduğu kuralları tanımamaya.
Bıkmıştı artık anne. Son çare olarak bir yakınını aradı. Ona yeni bir ev aldı, ilaç yazdırdı onun için, kızcağızın haberi olmadan. Kendi kendine teşhis koymuştu kızına ve bunu düzeltmek için de ilaç almıştı ona. İtibarı lekelenmesin diye doktora bile götürmemişti. Ne olabilirdi ki en fazla?
Bir annenin kızını düşünüp onun yerine kararlar alması gayet doğaldı ne de olsa.
Zamanla kayboldu anılar kızcağızın zihninden. Uçtu en ücra köşelere unutulmak istercesine. Gerek yoktu zaten hatırlamasına. Biriktirdiği güzel birkaç anısı dışında neyi vardı ki?
Evet, okul zamanı konuşup birkaç kez birlikte yemek yediği arkadaşlarından başka güzel bir anısı yoktu. O arkadaşlar da kaybolmuştu zaten. Yakında o anılar da öyle olacaktı büyük bir ihtimalle.
Demek ki ne annesi istiyordu kızcağızı ne de herhangi bir arkadaşı.
İlk kesik bunun yüzündendi: İstenmeme.
Sonrasında da ardı arkası kesilmeyen nedenlerle dolup taştı bilekleri. Ağır geldi tabii bir süre sonra onca yara. Durmak zorunda kaldı ama izleri bir türlü silinmedi. Silinemezdi, ne bileklerinden ne de zihninden.
O bileklere bakarak uyandı sabah olunca kızcağız. Dakikalarca öylece bakakaldı ince, kesik bileklerine. Gülümsedi birden dışarıda şimşekler çakarken. Bir zamanlar taptığı bu beden ne haldeydi şimdi. Ne gülünesi bir haldeydi.
Derin bir iç çekti ve doğruldu yattığı yatağından. Ne olursa olsun devam edecekti günlük rutinine. Kahvaltı zamanıydı şimdi. Tabii ondan önce bakması gereken bir mesaj...
Annem:
İlaçlarını içtin değil mi?
Bu senin iyiliğin için
Lütfen ilaçlarını içmeyi ihmal etme
Aylardır görüldü bile atmıyordu. Telefonu eline aldığı yoktu zaten. Ne biri arar ne de mesaj atardı, biricik annesi dışında.
Hava dünden daha kasvetliydi. Yağmur bazen yerini doluya veriyordu. Arada gök de gürlüyordu. Kısacası bugün hava harikaydı. Fırtınalı hava iyi geliyordu ona. İçini yansıtıyordu adeta.
Kalkıp her zamanki gibi kahvaltısını hazırladı ve yatağına geçti. Yine çok bir şey hazırlamamıştı. Dün geceki öğün ona zaten çok ağır gelmişti. Yemeğini yedi sonra da eline ilaçları aldı. İçmedi. Öylece sadece bir süre baktı.
Kahve saati gelince ise yeniden hatırladı. Aslında içinde tekrar o kafeye gitme isteği vardı fakat o kızı bir daha görmek istemiyordu. Sürekli olarak mutlu hayatını yüzüne vurup durmadan gülümsemesi ona dokunmuştu. Sinirlerini bozuyordu istemsizce. Bu nedenle bu sefer markete gidip oradan kahve alacaktı.
Hazırlanıp çıktı fazla vakit kaybetmeden. Hava sabaha göre durgundu. Yağmur dinmiş, hafiften güneş açmıştı. Siyah, uzun saçlarını bağlamıştı gelişigüzel. Bastığında çıkan su birikintilerinin sesiyle markete vardı en sonunda. Hemen kahvenin bulunduğu tarafa hızlı adımlarla ilerledi. Fazlaca almıştı ki hemen bitmesin.
Ama elindeki paketleri fazla gelmiş olacak ki bir tanesi düşüvermişti yere. Almak için eğilse hepsi düşecekti ama öylece yere düşürdüğü paketi bırakıp gidemezdi. Elindekileri rafa geri koyup yerdekini çıkarması en mantıklısıydı anlaşılan. O yüzden gözlerini yerden çekip rafa doğru ilerledi ve paketleri geri yerine koydu. Yerdeki kahve paketini almak için o tarafa döndüğünde ise onu görmeyi hiç beklemiyordu.
''Kahve içmeyi epey bir seviyorsun anlaşılan.''
SELAAMMM
bu bölümde ryujin ile annesi arasındaki ilişkiyi göstermek istedim. bi de ryu'nun iç dünyasında neler yaşadığını. neden şu anda bu durumda olduğunu ve niye kendini başkalarına karşı soyutladığını vs.
bi de annesinin de az çok ne kadar iyi biri olduğunu anlamış oldunuz :D
her neyse ilerleyen bölümlerde de yine konuyu daha da açıklığa kavuşturacağım eğer hala kafanızda soru işareti varsa diye falannn o zamana kadar kendinize iyi bakın öpüldünüz :33
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lost medicines | ryeji
Hayran Kurgu''Seni iyileştirecek şey ilaçlar değil, güzelim.'' hwang yeji × shin ryujin