Patron: Hadi bi' dükkanın önünden geç de, gözüm gönlüm açılsın.
Öğrenci: Bakkal Refik amıca?
Patron: Yok tabutçu Recep anasını satayım.
Öğrenci: Sjdbdjshdvdjsjsbdbdbs
Öğrenci: Neyse, senin gibi boş vaktim yok. Derse gitmem lazım.
Öğrenci: Umarım kendi kendini imha edersin.
Patron: İn aşağıya, bekliyorum.
Gözlerim fal taşı gibi açıldı ve başımı kaldırıp aynadaki aksime baktım. "Bekliyorum derken? Üstüne üstlük in aşağıya derken? Ben sıçtım! Hayatımın ta orta yerine sıçtım..."
Çantamı tek omzuma geçirip odadan koşar adımlarla çıktım. Annem, babam ve abim kahvaltı masasındaydı ve her zamanki gibi konuşmadan kahvaltılarını ediyorlardı. "Ben çıktım," diyerek hızlıca spor ayakkabılarımı giyindim.
"Kız nereye, gel bir iki lokma bir şey ye. Başın ağrıyacak sonra!"
Evet, annem her sabah rutin hâline getirdiği konuşmasını yaptı ve ben de her zamanki gibi onu dinlemeden evden aceleyle çıktım. Normalde neredeyse her gün okula geç kalan ben, bu defa erken çıktım. Şaşırmışlardır. Çünkü uyku ve yemek benim için değil derslerden, her şeyden daha önemli. Uykusuz ve açken kafam hiçbir şey almazdı zaten.
İkide bir bozulan asansörümüze binip zemin kat tuşuna birkaç kere bastım. Heyecandan mı desem, yoksa korkudan mı bilmiyorum ama yerimde duramıyordum. Elim ayağım birbirine dolanıyordu. Dokuzuncu kattan altıncı kata indiğimde asansör birden durdu ve kapılar açıldı. İçeriye Nazmiye teyzenin oğlu Furkan girdi ve dönüp yanımda durdu.
"N'aber Esra?"
"İyidir, senden n'aber?" diyerek ona şüpheyle baktım. Sarışın ve çapkın bir çocuktu Furkan. Ama teknolojiden ne kadar anlıyor, işte onu hiç bilmiyordum.
"İyidir, okula mı gidiyorsun?" diye sorunca daha da gerildim.
Yüzüme yalancı bir gülümseme yerleştirerek ona baktım.
"Okul formasıyla başka nereye gidebilirim ki?""Biz okul formasıyla nerelere nerelere gidiyorduk," deyip sırıtınca, yalandan gülüp önüme döndüm.
"Olabilir ama ben siz değilim, okuldan başka bir yere de gitmiyorum."
Asansör durdu ve Furkan gıcık bir sesle, "Hadi tamam, tamam inandım." diyip asansörden indi.
Arkasından kötü kötü bakarak asansörden çıktım ve onun uzaklaşması için yavaş yavaş yürüdüm.
Yok ya, Patron denen herif bu meyvesiz ağaç değildir.
Apartmandan çıkınca, karşı apartmanın ikinci katında oturan Cemile Hanım sofra silkiyordu ve maalesef beni farketti. Kendisi kırklı yaşlarının başında, dörtgöz bir hemşire ama kocası çok fazla kıskandığı için işi bırakıp evinin kadını, çocuklarının anası oldu. Şimdi mahallenin güvenlik kamerası görevini yapıyor. İki salak kızı ve iki asalak oğlu var.
"Kız Esra," diye seslenince mecburen durup ona baktım ve gülümsemeye çalıştım. "Bi' selam vermek yok mu?"
"Acelem var da göremedim seni, kusura bakma Cemile abla."
"Okula mı gidiyorsun?"
Sabır çekip gülümsedim.
"He, okula gidiyorum. İzninle geç kaldım, gitmem gerekiyor da.""Sen Tuana'yı almadan gitmezdin hiç, o da iniyor şimdi bekle o da senle gelsin. Yalnız gitmeyin kızım, it var kopuk var."
Mahallenin iti kopuğu da bunun oğulları ha.
"İyi çabuk gelsin bari, fazla bekleyemem." dedim. Şimdi abim inecek, iyice sıvayacağım.
Kimsin oğlum sen? Ne hakkın var rutin hayatıma entrika sokmaya?
"Geldim, geldim!" diye koşarak yanıma ulaştı Tuana. Esmer, güzel bir kızdır ama azıcık saftır. O da kalbinin temizliğinden mi, yoksa salaklığından mı daha karar veremedim.
"Hadi yürü, geç kaldım." diyip koluna girdim ve beraber mahallede yürümeye başladık.
"Kız çekiştirmesene," diye sitem etti. Bana ayak uydurmaya çalışıyordu. "Ne geç kalması, daha vakit var. Senin saatin mi yanlış?"
"Okula gitmiyoruz zaten, mahallede gezeceğiz." Dedim, bir yandan da etrafa bakıyordum.
"Ne gezmesi?"
Refik amcanın bakkalının önünden geçerken, içeride birini gördüm. Evet, yakışıklı oğlu dükkana onun yerine bakmaya gelmişti. "Gel hadi, kalem alacağım." diyerek Tuana'yı içeriye çekiştirdim.
Refik amcanın oğlu Fuat, beni görür görmez ayağa kalktı ve, "Hoş geldiniz, buyurun." diyince ben bir hoş oldum. Kendisi bayağı yakışıklı, efendi ve okumuş biri. Üstelik bir seksenden daha uzun ve kumral. Yani kısacası taş gibi çocuk.
"Hoş bulduk, ben kalem alacaktım." diyerek saçımı kulağımın arkasına yerleştirdim. Sonra cilve yaptığımı farkedip geri düzelttim. "Şey, yani biz kalemlere bakalım." diyip Tuana'yı köşedeki kırtasiye malzemelerinin olduğu yere doğru çektim.
"Esra bi' dur ya, kolum koptu! İyi misin sen?" diye sordu.
"Emin değilim," diyerek omzumun üzerinden geriye baktım. Evet Fuat tam buraya bakıyordu, yani bana. Önüme dönüp düşündüm. Şu Patron denen adam Fuat gibi efendi değil ki, bayağı gıcık herifin teki. O da değildir kesin.
Bir şey almadan Tuana'yı dışarıya çekiştirdim. Tuana kulağımın dibinde ne olduğunu sorarak durmadan konuşurken, bakışlarım tam karşıdaki oto-yıkamacıya takıldı. İki kardeşin yönettiğini biliyordum. Yan tarafta cam duvarlı bir oda vardı ve kardeşler yarı zamanlı olarak orada oturuyorlardı. Sabah küçük kardeş, akşam büyük kardeş.
Ben durup öküzün trene baktığı gibi oraya bakarken küçük kardeş dışarıya çıktı ve etrafa bakınınca beni gördü. Kahverengi badem gözleri bir anlık kısıldı ve bir eli kot pantolonunun cebindeyken, diğer eliyle siyah sakallarını sıvazladı. Uzunca bir süre göz göze kaldık ama onun yanına başka biri geldi ve onunla tokalaşıp beraber içeriye girdiler. Yani beni beklemiyormuş.
1 yeni mesaj:
Patron: Şuan sana bakıyorum, o kadar baktın ama hâlâ beni göremedin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
666 (Tamamlandı)
Teen FictionPatron: Yanımdayken böyle konuşamıyordun, uzaklaşınca sana bi' cesaret geliyor galiba. Ben: Diyelim ki, yanında seninle böyle konuştum. Deli gibi kızdırdım, hiç sevmediğin şeyleri yaptım, kötü sözler söyledim. Ne yaparsın? Patron: Kendini altımda...