32

4.3K 411 171
                                    

32. Bölüm
Pembe Gül Yalnız Kalmasın

Gözleri masanın üzerindeki küçük saatteydi. Durmaksızın dönen saniyeyi izliyordu. Zaman geçmek bilmiyordu sanki. Midesinden gurul gurul sesler gelirken açlıktan mı yoksa üzüntüden mi kaynağını tam bilemediği bir sebepten ötürü yaşlar gözünden akıyordu bir bir. Öğle sonu odasına kapanmış bir daha da çıkmamıştı Esma. Yemeğe bile gitmemişti. Belki biri gelir de bir tabak yemek getirir diye ummuş ama değil yemeğe çağıran, kapısını çalan bile olmamıştı. Ölsem kimsenin haberi olmayacak diye geçirdi içinden. Hiç mi bir bakalım şu kıza diyen olmadı aranızda? Yazıklar olsun hepinize. Böyle aile mi olur be?

Çay bardağına çarpan kaşıkların sesi gelirken kulağına aklı yine eskileri deşmeye başlamıştı. Mutfak odasına yakın olduğu için akşam annesinin mutfakta çay demlerken hazırladığı sesleri çocukken de duyardı tıpkı böyle. Kaşıkları çay bardaklarına koyarken çıkan şıngırtıyı hatırladı. Ne çok mutlu ederdi o saatler Esma'yı. Hep birlikte oturduklarını, mısır patlatıp çekirdek yediklerini anımsıyordu. Ne iş yaparsa yapsın yarıda bırakır koşarak mutfağa giderdi. Kaselere çekirdek koyar, annesi mısır patlatırken Gülsümle mutfakta o yana bu yana koşarlardı. Gülümsemesine engel olmaya gerek yoktu. Çocukluğunda onu mutlu eden güzel şeyler de vardı. Ancak ne var ki aklı mutlu şeyler üzerinde durmuyor Esma'yı hep üzen, ağlamasına neden yaratan anıları getiriyordu önüne tek tek. Nereden hatırlamıştı bunu?

Çaydanlığın kulpunu tutarken hırkasının kolunu elinin üzerine kadar çektiği, sıcak çay bardağını bile öyle kavradığı canlandı önce. Sonra hırkayı düşündü. Turkuaz renginde, çok da çirkin bir renkti, bollaşmış Esma'ya uzun gelen o hırkaydı gözünün önünde canlanan. Aslında Gülsüm'e örmüştü annesi ama Gülsüm artık giymek istemediğini söyleyince Hatice Esma'ya giydirmeye başlamıştı.

"Aa sen mi giydin bunu?" Gülsüm iki yandan örülü saçlarının ucundaki kırmızı kurdeleyle oynuyordu. Kucağında yine Hatice'nin yaptığı o bebek vardı. Çirkin bebek.

"Hee, n'olmuş?" Omzunu salladı küçük Esma gamsız biçimde.

"Anneme artık istemiyorum at bunu dediydim. Ama sana da yakışmış. Boşver çöpe gideceğine sen giy işte." Sonra yatağından kalkıp dolabını açtı, Hakkı'nın ona şehirden getirdiği pembe düğmeli kazağını geçirdi. "Ben senden büyüğüm ya önce benim giymem gerek. Ben büyüyünce sen giyersin olur mu?" Düğmeleri kapattı tek tek ve odadan çıktı. Esma ses etmedi. Kızın giydiği kazağı incelemiş sonra kendi üzerindeki yıpranmış hırkaya bakmıştı. Bu kadar önemli mi gerçekten ne giydiğimiz diye düşünmüştü.

Ama büyümüş Esma'nın canını en çok yakan anı o değildi. O giydiği hırpani turkuaz çirkin hırka sadece o günü hatırlatmıyordu ona. Yeni kıyafetlerden, alışverişe çıkıp insan içinde gezinmekten nefret etmesine sebep olan başka bir gün yaşadıklarıydı.

"Balca." Konudan konuya geçerken aklı, sesli söylediğini fark etmemişti. "Ne güzel ismin var. Bal gibi." Eliyle yanaklarını silerken seneler evvel tanıştığı kadını hatırlamak gözyaşları arasında gülmesine neden oldu.

Daha sekiz yaşındayken tanışmıştı Balca'yla. Halasının kızı evlenecekti. Yakın akraba olarak süslenip el önüne güzel çıkmaları gerekiyordu. Köy yerinde düğünler ya kışın yada kışa yakın zamanda yapılırdı ki bağ, tarla işleri aksamasın. Ne vakit karlar erir, güneş açar o zaman harıl harıl işler başlardı. Büyük küçük herkes tarlalara, bağlara gider insanlar eve bile giremezlerdi. Sabah erkenden çıkıp akşama değin çalışırlardı. Yazın güneş altında kazanılan parayla da kışın düğünler, dernekler kurulurdu. Her harcama bu kazanca bağlıydı. O yaz da Esma iyi çalışmış, Hatice eğer çok iş yaparsa Esma'ya kışın kurulacak düğün için o televizyonda gördüğü elbiseyi alacağına söz vermişti. Öylesine söylemişti aslında ama Esma'nın canla başla çalıştığını görünce ses etmemiş daha da şevklendirmek için kırmızı mı olsun elbisen mor mu, pullu mu olsun tüllü mü, altına pabuç da alalım mı gibi sorular sormuştu. Her soruyla Esma daha da mutlu oluyor, annesinin o elbiseyi alacağına kani oluyordu. Tek mesele elbisenin parasını kazanmaktı. Kova kova kayısı toplayıp Ahmetle pazara götürüp satmıştı. Kasalara elmaları doldurmuş kolları ağrısa da onca yükü taşımış, elleri parçalanmıştı. Patates ekmiş, ot yolmuş, keçi sağmış, bağlarda budanan dalları kışın yakacak odun olsun diye eve taşımıştı. Hak ediyordu sonuna kadar. Ara ara annesine elbisenin parası birikti mi diye soruyor annesi de ben sayıyorum daha çok var diye kızını ikna ediyor hemen sonra yapması için bir işe koşuyordu kızı. Nihayet o yakıp kavuran yaz bitip de düğün dernek kurulacak kış geldiğinde Esma günleri saymaya, dükkâna gidip alacakları elbisenin hayaliyle yatıp kalkmaya başlamıştı. Belki annesinin dediği gibi ayakkabı bile alırlardı ayaklarına kızın. O kadar çalışmış, para biriktirmişti nihayetinde. Öylesine heyecanlı öylesine mutluydu ki ne yerinde durabiliyor ne de annesinin giydirdiği o turkuaz çirkin hırkayı önemsiyordu. Aklında, fikrinde tek o elbise vardı.

Elma Ağacının AltındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin