Bölümü beğenip yorum yaparsanız çok mutlu olurum. Şimdiden teşekkürler ve iyi okumalar 🌿
40. Bölüm
İnsanoğlu Yalnız ÖlürÖlüm. Eğer beklenense kibarca kapıyı çalar, alması gereken kişiyi davet eder, elini tutar ve diğer herkesi geride bırakıp çeker giderdi. Tek gelir, çoğul ayrılırdı o evden. Önüne kim geçmeye çalışırsa çalışsın uzattığı o eli ne başkası tutabilirdi ne de geri çevirebilirdi. Vakti gelen kişi yaradanın gönderdiği o daveti kabul eder ve sessiz sedasız ayrılırdı hayattan. Ayla hanımın ölümü de öyle oldu. Sabah uyandığında yorgundu, halsiz ve isteksizdi. Güneş yani doğuyordu. Boğaza nazır yalısında, devasa pencereden güneşin doğuşunu izledi. Gençken ne çok severdi bu anı. Alarm kurup uyandığı zamanlar bile çok olmuştu. Karanlığın azalıp anbean yerini aydınlığa bırakması, boğazın sularında güneşin kış günü bile cömertçe parlaması ona çok şey anlatıyordu. Yaşı ilerledikçe yitirdi anlamını ancak bu manzara. Yeni bir azap dolu günden başka şey değildi doğan güneş.
O gün bunu düşündü. O sabah yatağında oturur vaziyete gelip sırtını yatak başlığına dayadı ve doğan güneşi donuk gözlerle izledi. Oda soğuktu. Hissedebiliyordu. Çıplak kalan omuzları üşüyordu. Ne kalkıp sabahlığını giyecek gücü bulabiliyordu kendinde ne de yorganı üzerine çekecek mecali. Biraz daha uyumak, uyanınca kendini toplamış vaziyette güne başlamak istiyordu. Yapacağı tonla şeyi kafasında düşündü durdu. Gözlerini ağır ağır kapattı, açtı. Nefes alışverişi yavaşlamıştı, yorgunluktan olduğunu sanıyordu. Uyumak ona iyi gelecekti. Zar zor taşıdığı başını omzuna yasladı. Artık gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. Uyumadan önce son bir kez bakışlarını yanındaki komodine çevirdi. Üzerindeki fotoğraflara baktı. Seçemiyordu hiçbir şey. Çok bulanıktı. Yinede biliyordu ve tüm yorgunluğuna rağmen çok net hatırlıyordu. Zorlukla gülümsedi. Hayata böyle veda edeceğini biliyordu. Kimsesiz, yapayalnız. En azından kendi yatağındaydı. Kendi krallığında kendi yarattığı o dünyanın en tepesindeydi. Klabalıktı ama tek başınaydı. Ölüm ona elini uzatıp ruhunu kavrarken başı omzuna düştü, gözleri doğan güneşe takılı kaldı, dudakları gülümsüyordu. Oda yavaş yavaş sabah güneşinin ışıklarıyla dolup ısınırken yaşlı kadın artık bunu hissedemeyecekti.
Öldüğü ancak öğleden sonra fark edilmişti. Odasından çıkıp kahvaltıya inmeyince çalışanlar arasında bir fısıldaşma yaşanmış, kimin onun odasına gitme cürreti göstereceği tartışılmıştı. Kimse o kadar cesaret gösteremeyince, kâhya biraz daha beklemeye karar verdi. Belki hâlâ dinleniyordu. Soğuyan omlet kaldırıldı, yenisini yapmak için hanımın uyanması beklendi. Kahvaltı masası da öğleye kadar bekletildi. Nihayet bir sorun olabileceğine ikna olunduğunda Ayla hanımın vefat ettiği fark edildi.
"Gelmen lazım." Sesi yalvarıyordu. "Bu annemizin cenazesi. Onu son yolculuğunda tek başına mı bırakacaksın?"
"Annem her zaman tek başınaydı. Şimdi yadırgayacağını sanmıyorum." dedi Hamza. Selin'i havaalanına getirmiş son kontrollerin ardından uğurluyordu uçağa. Tam iki gün geçmişti. Annesinin cenazesi iki gündür morgta çocuklarının cenazeye teşrifi için bekletiliyordu. Selin bu iki günde gidebilirdi, özgürdü bu konuda. Ancak abisini bırakıp gitmek istemiyordu. Hamza da gelsin, ona destek olsun istiyordu. Korkuyordu içten içe. Oraya gidince ne olacağını bilmiyor, neyle karşılaşacağını kestiremiyordu. Bir başına kalmak ve göreceği her şeye yalnız göğüs germek onu ürkütüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elma Ağacının Altında
Fiksi Remaja"Sevmeler emek ister, sen benim emeğimsin." 🌿 Eski dönem köy kurgusudur.