22. Bölüm

364 44 0
                                    


22. Bölüm









Rüyalarda, insan neyi isterse bir türlü beceremez. Hızlı koşmak ister ama salyangoz kadar yavaş hareket eder, bağırmak ister ama sesi kesilir. Zor olanın kolaylaştığı gibi kolay olan da zorlaşır. Bu yüzdendir ki göz kapaklarımı açmaya çalışırken o kadar zorlanmıştım ki kendimi hâlâ rüyada sanıyordum veya kâbus. Öyle ki bu kadar kolay bir işlem bile, birbirine yumruk gibi kenetlenmiş kirpiklerimin diplerinden ufacık bir ses çıkmasıyla sonuçlanmıştı. İki göz kapağım birbirini öpmüş gibi. Hâlbuki sadece, dün gece limitimin üstünde içmemle birlikte çok ağlamıştım. Hatta bir süre sonra ne için ağladığımı unutarak ağlamaya devam etmiştim. Tıpkı durduramadığın hıçkırık gibi. Sonuç olarak, normalinden fazla çapak vardı ve ağlamamla yapıştırıcı etkisi yapmış göz kapaklarım nedeniyle zor uyanmıştım.

Akşamdan kalma olduğum için ve sabah uyandıktan sonra baş ağrıma dayanamayıp bir daha uyuduğum için sersemlikle başım döndü. Başımı kaldırdığım yastığa tekrar koyup gözlerimi sıkıca yumdum.

Üç günüm; görünürde sessiz, sakin geçmişti. O günden sonra bir daha polislerle karşılaşmamıştım ve içimden asla gitmeyen korkunun, paniğin yanında üzüntümden dolayı kelimenin tam manasıyla yıkık hissediyordum. Atmosfer değiştirip buralardan gitmek istiyordum ama yapacağım herhangi bir ani hareket, değişim dikkatleri benim üstüme bile çekebilirdi. Yine de gitmek istiyordum, bugün, dördüncü günümdü; sakin geçsin, kimse benimle uğraşmasın, iletişime geçip rahatsız etmesin istiyordum. Ancak sorumluluklarım vardı. Kendime olduğu kadar bana bu kadar rahatlığı sağlayan anne babama karşı da sorumluluklarım vardı. Beni buraya bir adamın peşinden sürüklenmek için göndermemişlerdi. Herkesin isteyip de ulaşamadığı noktaya gelen beni destekleyip üstüme yatırım yapmışlardı. Bu yüzden dün geceye kadar zihnimin karamsarlığının izin verdiğince ders çalışmaya çalıştım, kafamı dağıtmaya çalıştım. Ancak kafamı dağıtma amacım kesinlikle istenmedik şekilde sonuçlandı. Şimdi ise başım çatlıyordu, uyanma zamanını geciktirdiğim için kalbim çarpıyordu.

Yavaş yavaş yerimden doğrulup çapraz yattığım yataktan kalkarak banyoya gittim. Bütün uzuvlarımdan can çekilmiş gibi yavaş hareket ediyordum. O kadar yatmıştım ki kıçım başım, her yerim kütük gibi olmuştu.

Yüzümü yıkarken; enseme, boynuma soğuk su çarpmak gözlerimin ağrısını oldukça azalttı ve beni biraz olsun kendime getirdi. Ağzımı da çalkaladığımda suyu kapatıp banyodan çıktım, birkaç gün önceden kalma dağınıklığı hâlâ toplayamamıştım. Evim gittikçe dağılıyordu ve buraları toplayacak kadar bile takatim yoktu.

Mutfakta bir sandalye çekip oturdum, masanın üstündeki sürahiden bir bardak su doldurup içtim. Başım içinde bir şey yapmayı planlamıyordum. İngilizler gibi kahve seven biri değildim, hatta nefret ederdim. Başka alternatifler hazırlayamayacak kadar da huysuz ve bitkindim. Hatta öyle ki dünden kalma üstümde bir pantolon vardı ve benim gibi temizliğe dikkat eden bir adam, bu pantolonla dolaşmış bu pantolonla da yatağa yatmıştı. Hâlâ daha değiştiresim yoktu. Ama gittikçe daha da rahatsız olmaya başladığım için siyah, basit bir eşofman altı ve siyah bir kısa kollu tişört giyindim. Beni erkeksi gösteren en güzel renk ve tarzdı. Garipti ama bu düşünceyi sevmiştim, garipliği de şundan kaynaklanıyordu; erkeksiliğim Jungkook'a baş kaldırış gibi hissettiriyordu.

Salona geçtim, camı açıp hemen önündeki koltuğa oturup yönümü cama çevirdim. Hava almak benim için her zaman en iyi terapilerden olmuştu.

Kütük gibi olan ve taşımakta zorlandığım başımın ağrısıyla alnımı ovalıyordum ki kapı çaldı. Manş deniziyle olan kısa randevumu kalbimin paniğe girmesiyle birlikte bitirmek zorunda kalırken yerimden hemen kalktım, camı kapayıp salondan çıktım. Kapıya ulaştığımda ufak delikten gördüğüm birkaç erkek bedeniyle kiminle karşılaşacağım belliydi. Dördüncü günde, fazla bile uzatmışlardı.

GraduatiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin