26. Bölüm
İki buçuk aylık kabusumun ardından iyileşiyor gibiydim. Babama, istediği gibi okulumu bitireceğimin sözünü verip İngiltere'ye dönmemin ardından iki hafta geçmişti. Daha rahat hissediyordum. Çünkü ailem artık her şeyi biliyordu ve omuzlarımdaki yükleri onlarda yüklenmişti. Babam bana karşı bambaşka biri olmuştu sanki, daha yumuşak ve sevecendi. Benim için evime iki tane yardımcı aldırmıştı, ikisi de orta yaşlı kadınlardı. Kore'den doğru buradaki bu işi nasıl halletmişti bilmiyordum ama harika bir adamdı, beni yormamaları gerektiğinin tembihini verdiğini onlardan duymuştum. Bu konuda onları çok sıkmış olacak ki, onlarda benim babamı ikna etmemi istemişlerdi. Annemse Kore'deyken durumumu öğrendikten sonra bir saat boyunca durmaksızın ağlamış beni de ağlatmıştı. O gün boyunca pek mutlu da değildi doğrusu, hatta gideceğim güne kadar çok da mutlu değildi. Muhtemelen ani durumu sindirmeye çalışıyordu. Onun bu hâlinden sonra babamın da birkaç gün benimle konuşmayı beklemesinin, bu haberi sindirmesi için olduğunu farketmiştim.
Hayatım gerçekten düzene giriyordu. Evime gelen yardımcılarımdan aşçı olanı çok sıcak kanlı ve konuşkandı. Geldiğinin ilk günü sadece tanışmış, ikinci günü bana hayatıyla ilgili her şeyi anlatmıştı resmen. Bende kafamı oldukça dağıtan kadını ağzım açık dinlemiştim. Yani hayatıma renk katmıştı.
Bugün, ikisinin de olmadığı ve günü yalnız geçireceğim bir zamandı. Dün gece de Fayette'in teklifiyle dışarı çıkmaya karar vermiştik. Ne yapacağımızı bilmiyordum, geldiğimin ilk haftası, yani geçen hafta doğum günümü kutlamıştık sadece. Bugün de umarım tatlı bir şeyler yerdik. Hem midemi bulandıran hem de canımın çektiği bir şeydi bu aralar tatlı.
Dolabımın önünde durmuş her zamanki aktivitemi gerçekleştiriyordum.
Ne giysem?
Neyseki kıyafetim boldu. Bir gömlek, üstünde uzun V yaka kahverengi bir kazak ve altına da kahverengi, siyah, beyaz renklerinin oluşturduğu kareli, kalın bir pantolon. Belki birazcık da makyaj.
Yine güzeldim.
Aynada, kendi düşünceme gülümseyip montumu ve çantamı alıp evden apar topar çıktım, çünkü geç kalıyordum.
Yine gideceğim yer için taksi tutarken, artık tembelliği bırakıp gerçekten araba almam gerektiğini düşünüyordum. Ne kadar Jungkook'un arabası hâlâ tahminimce otopark da olsa da...
Gideceğim yer fazla uzak değildi, şehir merkezine gidiyordum ve on beş dakika kadar sürerdi.
Bu arada eskisi kadar yıkıntı, döküntü olmasam da hâlâ doktora gidemeyip bir türlü hakkında bir şey öğrenemediğim dinozorumun üçüncü ayına girdiğini düşünüyordum. Hâlâ alışmış değildim, onu öğreneli bir ay olmuştu ama hâlâ soğuktum. Konusu geçince yabancı birinden bahsediyor gibi konuşuyordum ve mümkün olduğunca kısa kesiyordum. Belki de etrafımda daha önce hiç hamile erkek görmediğimden kaynaklı bir durumdu. Çünkü şimdiden karnımın büyüdüğünde sokağa nasıl çıkacağımı düşünüyor ve kendime büyük sıkıntı yapıyordum.
Kısa yolculuğumun ardından arabadan indiğimde istediği yere, Londra köprüsüne gelmiştim. Biraz etrafımda sayıklayıp gözlerimle onu ararken köprünün yanından bana el sallayan arkadaşımı görünce bende gülümseyip el salladım. Çok güzel görünüyordu, ikimizde az sonra bir markanın defilesine çıkacak gibiydik. Tabii elindeki büyük çanta da gözüme çarpmıyor değildi. İyice yanıma yaklaştığında "Senin kıyafetin bitmek bilmez mi? Yine göz kamaştırıyorsun." Deyip omzuma hafifçe vurduğunda dişlerimi ortaya sermiş gülüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Graduati
FanfictionLaboratuvarda onun sürekli eşinin ben olacağımı söylemişti ama onunla yaptığım hiçbir şey de sağlıklı davranamıyordum ki. İki tüp kan almam gereken kolları, bağlanmaya ihtiyacı olmayacak kadar damarlıydı fakat ellerim ve nefesim titreye titreye, kal...