2. 5. Bölüm

350 34 2
                                    


2. 5. Bölüm








"Onları dışarı çıkaracağım!"

Ben oda da, kızlarımın yıkanmış eşyalarını çekmecelerine yerleştirirken verandadan içeriye doğru bağıran sese karşılık güldüm ve bir şey demedim. Hayır demezdim, desem bile dinlemezdi.

Elimdeki minik ve süslü kumaş parçalarını özenle katlayıp yerleştirirken bunu yapmaktan hiç sıkılmamıştım ve asla sıkılmayacaktım. Bebeklerimin her şeyiyle ilgilenmek bazen çok yorucu olsa da benim terapimdi.

Bugün özel bir gündü ve artık biri tam bir buçuk yaşında, diğeriyse bir buçuktan iki ay büyük olan kızlarımın süslü elbiselerini yataklarının üstüne bıraktım. Siyahi kızımın elbisesi, üstü kırmızı ve kolları fırfırlı, altı beyaz ve kiraz desenli bir elbiseydi. Beyaz kızımın ise aynı modelin üstü sarı olan türünden ve kiraz yerine limonların olduğu bir elbiseydi. Elbiseleriyle uygun bandanaları ve ayakkabılarıyla çok güzel olacaklardı.

Bugün Jungkook'un doğum günüydü. Sözde üç yıldır birlikte olduğumuz hâlde; ilk yıl kaçak olmasından, ikinci yıl da kaçak olması dolayısıyla yanımıza gelememesinden dolayı doğum gününe hiç denk gelmemiştim.

Aslında o da benimkini kutlamamıştı ve bu yıl onu telafi etmişti. Farklı ve güzel bir histi, özel hissettiriyordu. Şimdi de sıra bendeydi ve onu mutlu etmek istiyordum.

Doğum gününde; annesi, babası, kardeşi, yeğeni ve benim ailemle birlikte olmasını istiyordum. Ailesi Jungkook'u üç yılın ardından ilk defa görüyor değillerdi, daha önce de onları Leo'yu görme bahanesiyle çağırıp, Jungkook'la buluşturmuştum ve bir saat boyunca ağlamıştık, babası da dahil. Özellikle annesi gün boyu oğlunun yanında olmasının şokunu atamamıştı da.

Şimdiyse koşarak geldiklerine eminim, babası bile oğluna karşı artık daha farklı bakıyordu. Oğullarına artık çok düşkündü.

Evet, Cape Town'da sahil kenarında, benim Las Angeles'a Jungkook'unsa San Diego'ya gidecek olmamızın kararının üstünden bir yıl geçmişti.

Birbirimizden ayrılırken çok zorlandık, ağladık. Ufacık kızım bile babasının yokluğunu çok aradı. Karışık olan düzeni oturtuncaya dek iki ay geçti ve ben Jungkook'u yine uzun zaman, iki ay boyunca göremedim.

Tedbir amaçlı uzun aralıklardan sonra bir veya iki gün olarak onu görmeye başladığımda da tıpkı Cape Town'da olduğu gibi ağlamıştım. Ancak ağlamaktan bıkmıştım. Mutlu olmalıydım, olanıyla yetinmeliydim. En azından özgürdü ve biz onun yerini asla öğrenemesek de ayda bir kere de olsa bizi görmeye geliyordu.

Kızlarım mutluydu, elbette bebek oldukları için bir şeylerin farkında değillerdi ama onlar benim mutluluk kaynağımdı.

Hem bu birkaç aydır Jungkook'un gelişleri daha da sıklaşmış, artık kendini garantiye almış olacak ki her hafta sonu yanımızdaydı.

Bu konuda bir bilgi vermiyordu, istediği kafamın rahat olması ve onun bu kaçak hayatına kafa yormamamdı. Yine de her gece onu düşünüyordum, tek başına kalması, günlerini işinin haricinde yalnız geçiriyor olması beni üzüyordu. Ben bu konuda şanslıydım, kızlarım nedeniyle bir dakikam bile üzgün geçmiyordu.

Bir yıldır yaşadığım yer otoyolun yanındaki kavaklıkların içine kurulmuş küçük ama güzel bir yerleşim yeriydi. Ahşap evim ve bahçem büyüktü. Büyük bahçemde kızlarım sebebiyle birçok hobi edinmiştim, birçok da hobi alanımız vardı.

Yapay göletimiz, içinde uyuyabilecekleri bahçe salıncakları ve ufak bir tarlamız bile vardı. En çok vakit geçirmeyi sevdikleri yer tarlaydı. Çünkü sulamayı onlara verdiğimde, çamur olmuş toprakta kayıp düşmeyi ve baştan aşağı çamura bulanmayı seviyorlardı.

GraduatiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin