Cape Town JungkookAhşap, kulübeye benzeyen evimde, köydeki hasta birkaç çocuk için ilaç hazırlıyordum. İmkanlar fazla yoktu, istediğim ilaçların gelmesi uzun zamanları alıyordu. Bu yüzden bende doğal yöntemlerle hastalara şifa dağıtmaya çalışıyordum. Onlarsa bunu karşılıksız bırakmıyorlardı. Aslında onlardan istediğim bir karşılık elbette yoktu ancak yerli halk o kadar ezik bir yapıya sahiplerdi ki, biraz yardım eden olsa minnettar kalıyorlardı, ağlıyorlardı.
Mesela buraya bir sene önce, ilk geldiğimde ev zaten ben gelmeden önce hazırdı, aile sağlık merkezine çalışmaya girip çok cuzi miktarda maaş alırken bunu bekliyordum. Madem hayatımı buraya kadar sürüklemiştim ve sefil bir hayatı yaşamayı göze almıştım, o zaman buradaki sefil insanlara yardımcı olacaktım. Öyle de yapmıştım. Bütün hastalarımla özel ilgilenince evimi boş bırakmamaya başlamışlardı.
Onlara bir şekilde kıyamıyordum, acıma duygumu ilk defa bu kadar içten hissediyordum. Doğup büyürken, ergenliğimden olgun bir birey olmaya kadar belli bir zenginliğin içinde büyürken buradaki insanların büyük bir kısmının fakirlik ve hastalık içinde hayatlarını yaşaması beni derinden etkilemişti.
Çocukların hasta olduklarında gözlerinde gördüğüm, doğuştan yorgunlukları beni çok etkilemişti ve buradaki çocuklara karşı olan düşüncemi değiştirmişti. Onları seviyordum, bir beyaz olarak onlarla ilgilenmemi çok seviyorlardı. Kendilerini değerli hissettiklerini anlayabiliyordum. Bazenleri ben evimde oyalanırken, hayatıma dair bir şeyleri atlatırken dışarıda duyduğum çocuk seslerine pencereye çıkıyordum. Bunu bekliyormuşçasına penceremin önünde bitip kendi dillerinde beni çağırıyorlardı, adımı öğrenmişlerdi. Jungkook.
Onların oyununa katıldığım zamanlar oluyordu, kucağıma atlayıp kendilerini sevdiriyorlardı. İlk başlarda garip geliyordu, çünkü dokunarak sevmek hoşlandığım bir şey değildi. Ama onlara dediğim gibi kıyamıyordum, hayatlarına güzellik katan biri olduğuma inanıyorlardı ve ben onları reddetsem kalplerini kırardım, hayal kırıklığına uğrarlardı. Bu da beni büyük bir vicdan azabına sürüklerdi.
Aileleriyse farklı değildi. Anneler, babalar sürekli evime yemek getiriyorlardı. İhtiyacım olan şeyi hızlı bir şekilde temin edebiliyorlardı. Her zaman istediğim bir şeyin olup olmadığını soruyorlar ve etrafımda pervane dönüyorlardı. Bende onların bu nazik, insacıl tavırlarından sonra değişmiştim.
Ben burada başka bir insan olmuştum. Kibirliliğim, beğenmemezliğim, sinirli tavırlarım gitmişti. Olgun, anlayışlı, bambaşka bir insan olmuştum.
Bunların yanında Taehyung'u özlüyordum. Onu hayal kırıklığına uğrattığımı her hatırladığımda kalbim sıkışıyordu. Çünkü ben ona çok değer vermiştim. O benim aşkımdı. Onca uğraşların, gece gündüz çalışmaların sonucunda zorla gönderdiğim kartla, telefonda konuştuğumuz iki seferde de o ses tonunu hatırlıyordum, beni mahvetmişti. Ona aşık olduğumu bir kere daha anlamıştım. Taehyung, çok değer verilesi bir insandı ve ben onu çok üzmüştüm.
Benim tarafımdan bakıldığındaysa eğer ona bir şey olursa, eğer o benden vazgeçerse benimde hayata tutunacak nedenim kalmazdı. Evet, annem vardı. Onu seviyordum ama bir şekilde uzak hissediyordum. Yixing'de vardı ama hayata tutunma sebebim asla değildi. Sadece büyük kardeşimdi. Son görüştüğümüz de öğrendiğim kadarıyla oğlu olmuştu. Çocuğu olacağını zaten orada olduğum zamanda Navy'den öğrenmiştim ama yeğenimin dünya da ki varlığı kalbimi ısıtan bir faktördü. Abime ve karısına bir şey olsaydı, oğlunu yanıma alırdım. Ancak bunlar hayatımın yan dallarıydı, hayatımın ana dalı Taehyung'du.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Graduati
FanfictionLaboratuvarda onun sürekli eşinin ben olacağımı söylemişti ama onunla yaptığım hiçbir şey de sağlıklı davranamıyordum ki. İki tüp kan almam gereken kolları, bağlanmaya ihtiyacı olmayacak kadar damarlıydı fakat ellerim ve nefesim titreye titreye, kal...