Benim gökyüzüm kahverengi değildi ama onun kahverengi gözlerinde gökyüzünü gördüm...
Sessiz, suskun, kendi halinde bir Arel vardı artık. Konuşmuyorduk, iki yabancıydık üstelik birbirine hüzünle bakan, selam vermeyen iki yabancı... Onun gözlerinden, sesinden, nefesinden uzak kalmak her günümü ve migrenimi daha çekilmez hale getiriyordu.
Sınıfta migrenim tuttu, dersi dinlememeye karar verip başımı sıraya koydum. Arkamda oturuyordu, üstelik bir kızla. Hayır hayır kıskandığımdan değil ama konuşmaları rahatsız ediciydi sonuçta başım ağrıyordu. Hep ders işleme aşkıyla dolu fizik öğretmeni dersi boş bıraktı, bu kadının zamanlaması berbattı.Çünkü Arel yanındaki kız ile konuşmaya başlamıştı. Tam bir ders konuştular, tamam gereksiz konulardı ama kabul etmeliyim ki çok kıskanç biriydim. Sinirlerim alt üst olmuştu daha fazla dayanamayıp sessizce ağlamaya başladım, harika zamamlama ki zil çaldı.
Sınıf boşalmış kızlar benimle kalmıştı. Kafamı kaldırıp yastık yapabileceğim bir şeyler var mı diye bakındım. Solda gördüğüm ceket Arel'in ceketiydi. Efil cekete baktığımı görmüş olmalı ki ceketi alıp sıraya bıraktı, işte fırsat katladım ve başımı üzerine koydum. Onun kokusu, aslında beni rahatlatmalıydı ama onu öyle çok özlüyordum ki daha fazla ağladım. Kapı açıldı, kızların fısıltılarından onun geldiğini anladım ama iki dakika sonra çıktı. Kafamı kaldırdım. "Noldu?"
Efil cevapladı: "Ceketine bakındı seni gösterdik. Noldu diye kafasını salladı, başının ağrıdığını gösterdim, sana bir kez daha bakıp çıktı."
Kalkıp yüzümü yıkadım. Sırama geri dönmüştüm ki Arel seslendi. "Rima?"
Cevap vermedim, sadece ona döndüm, ceketini giymişti. "Başının ağrısı ağlayınca geçti mi?" Dalga mı geçiyordu, merak mı ediyordu, acı mı çektirmeye çalışıyordu? Bir hışımla "Evet." deyip sırama oturdum.
Sinirlenmiştim çünkü bakışları benim tanıdığım, sevdiğim Arel'in bakışları değildi. Ne olmuştu ona, nasıl bu hale gelmiştik? Arada farklı olaylar olmasa Arel'i düşünmekten kafayı yerdim ama düşünmem gereken arkadaşlarım, kuzenlerim, ailem vardı. Üstelik Sale ve Erva da tuhaf şeyler yaşıyordu...
ERVA'DAN:
Öyle tuhaf şeyler yaşıyordum ki sanki koltukta uyuyakalıp o kısacık uykuda günlerce sürmüş gibi gelen rüya görmek gibiydi. Rima'nın ilk itirafı ile bende o itirafa katılmıştım. İlk okul arkadaşımı seviyordum ama insan birini severken nasıl olur da başka birinden bu kadar çok etkilenir. Rima'nın asıl itirafı yani ikinci itirafı kendineydi ve benim de kendime bir itirafım vardı: Ben Taha'yı seviyorum. Ama Taha ile yalnızca arkadaştık, onun bana farklı bir gözle bakması mucizeydi ve ben mucizelere inanmazdım...
Rima yemekhaneden yiyemiyordu, öğlenleri kantinden atıştırırdık. Yine kantinden bir şeyler alıp bahçeye çıkmıştık ki şimdilerde adını anmak istemediğim o kız gelip bana -evet bana- Taha'yı sevdiğini söyledi. Ağzıma aldığım son lokmamı boğazımı yakarak yuttum, sonra konuşmaya devam etti ama ben ne sonraki söylediklerini duydum ne de etrafımı görebildim. Bir kaç gün sonra bu şoku yeni yeni atlatmaya çalışırken sınıfta oturmuş muhabbet ediyorduk. Efil gelip Sale'ye bir şey söyledi, daha sonra Rima'yı çağırdılar. Rima'ya her ne söyledilerse adeta donup kaldı. Kalkıp yanlarına gittim, kısa süren sessizlikten sonra Efil konuştu.
"Sana söylemiştim. Sen söyleyemedin ama o kız söylemiş, çıkıyorlarmış."
Uğultu, hayır hayır sessizliğin yıkıcı soğukluğu, tabi bir de gözlerimdeki yanma hissi. Koşarak çıktım sınıftan, okulun arkasına kimsenin göremeyeceği bir yere son gücümle çöküp, hıçkıra hıçkıra ağladım. Öyle çok ağladım ki kendime acıdım. Ben ağlarken beni her yerde aramışlar, çalan zil ile yukarı çıktım. Sıraya oturduktan sonra Sale geldi. Beni teselli etmeye çalıştı ve sonra da söylemem gerektiğini söyledi. Kararımı vermiştim, öğle arasında Taha'yı boş bir sınıfa çağırdım.
Bana soran gözlerle: "Bir şey mi oldu?" dedi.
Önce söylemeye çalıştım ama olmadı. Elimdeki kitabın arka tarafından ufak bir kağıt parçası yırtıp, üzerine de yazacağımı yazıp eline verip sınıftan çıktım.Evet söylemiştim. Aslında teorik olarak yazmıştım. Olsun sonuçta o kağıtta "Seni Seviyorum." yazıyordu. Artık biliyordu.
Mucizelere inanmazdım ama bir mucize oldu. Hafta sonu benimle konuşmak istediğini söyledi. Bir alışveriş merkezinde buluştuk. Otururken telefona bir şey yazıp elime uzattı. Yanlış görmüyordum değil mi? Telefonda "Seni Seviyorum." yazıyordu. Bütün gün alışveriş merkezini dolaştık. Sadece dolaşarak öyle çok eğlendim ki, onun yanında mutlu, huzurlu ve güvende hissediyordum. O koyu kahve gözleri ve her ne kadar fazla zayıf olsa da güçlü duruşu etkileyiciydi, komikti ve bana göre karizmatik. Belki beni çok sevmiyordu ama ben onu öyle çok seviyordum ki bir gün mutlaka beni çok sevecekti...
SALE'DEN:
Erva, Rima ve ben ortak bir kaderi paylaşıyorduk. Aşk sandığımız hoşlantılar ve gerçek olan, büyük aşklar...
Çıkmazdaydım, omuzlarımdaki bu sevgiden kurtulmanın bir yolu olmalıydı, sevgi değil yüktü artık bana. Üstelik adı aşk olsaydı seve seve taşırdım. Eski bir arkadaşımı arayıp ona durumumdan bahsettim ve devam ettim.
"Samimi, beni gerçekten sevebilecek, ciddi bir ilişki isteyen birini bulabilir misin?"
"Sen bana bırak yarın okul çıkışına gelirim, konuşuruz." dedi ve kapattı.
Ertesi gün okuldan çıkarken sağanak yağmur vardı. Okul kapısından çıktığımda arkadaşım ve çekik, yumuk gözlü, uzun boylu, yapılı, siyah giyinmiş bir çocuk aynı şemsiyeyi paylaşıyorlardı. O çekik, siyahı andıran gözlerinde beni çeken bir şey vardı. Yanlarına gittim, ordan da arkadaşımdan ayrılıp kafeye geçtik. Karşılıklı oturup ısınmak için iki çay söyledik. Adı Mertti, üstelik çerkesdi. Suskun biriydi ama sıcacık bakıyordu, çoğunlukla ben konuşsam da güzel bir gün geçirdim.
Eve geldiğimde hala onu düşünüyordum. Onu üzmekten, sevgisini taşıyamamaktan korktum. Yaptığımın yanlış olduğunu düşünerek ani bir kararla onunla konuşmamaya karar verdim, bunu da ona söyledim.
Bir hafta olmak üzereydi.İçim içimi yiyiyordu. Bu kadar çabuk nasıl bağlanmıştım. Ondan ayrıldığım günden beri onu düşünüyordum. Ah o çekik gözler, beni gerçekten hapsetmişti. Onunla olmak istiyordum, onu istiyordum, sonunda gururumu yendim ve hafta sonu tekrar buluşmak istediğimi söyledim. Oturup anlattım.
"İlk önce bunun yanlış bir şey olduğunu düşündüm, seni incitmekten koktum ama sonra bir karar verdim." dedim ve çantamdan çıkardığım plaketi ona çevirdim.
Usulca gülümsedi, gözlerini kırpıştırdı ve ani bir hareketle plaketi bana çevirdi. Evet benim plaketle ona sorduğumu centilmence o bana sormuş oldu: Benimle çıkar mısın?
Gözlerimi onun hayran kaldığım gözlerine diktim. Hayran olmuştum o gözlere, o gözlerin sahibine. Gülümsedim ve kalbimin en derininden "Evet" dedim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ
Genç KurguGeçmişim, geleceğimdi... Gerçekten gelecek miydi, yoksa hep bekleyecek miydi? Rima ve Arel geçmişte aynı geleceği düşlerken, farklı geleceklerde geçmişin izlerini bulabilecek mi?