Ben donmuş bir güneşi taşırım saçlarımda. Derler ki yaşlı kar taneleri konmuş her teline ve derler ki dolunayın bana bahşettiği bir yansımaymış gözlerim... o kadar parlak, o kadar gümüş.
Ben Ayza...
Ayza Edra.
Bir asil olarak doğdum ve bir asil olarak büyüdüm. Kimi zaman kalbimi saçlarımdaki kar taneleriyle örterek kimi zamansa bana biçilen sınırların arasında her şeyin yanlış olduğunu görerek. Hataların hepsini içime merhametle ektim ama can suyunu öfkemin en saf yerinden verdim. Harlanan bir ateşin içinde filizlendi hepsi. Onlar benim yüreğim oldu, ben Yhota'nın...
Gözlerim aynadaki görüntümde gezindi. Dalgalarını denizden almış uzun, gri saçlarımda; pürüzsüz yüzümde, kalın dudaklarımda, biçimli burnumda, üzerime tam oturan açık renkli ceket, içindeki büstiyer ve altımdaki dar etekte. Kusursuzluk abidesi bu görüntüde tek kusur gözlerimdeydi. Oradaki hissizlik bütün Yhota'nın ruhunu emmeye yetecek kadar fazlaydı ve bu hissizlik beni boğmadan önce kendime gelmeliydim.
Kulaklarım en küçük desibeldeki sesleri bile bana iletirken alt katta, yemek odasında birbirleriyle uğraşan Eris ile Batı'dan, Ahvas'ın paytak yürüyüşüyle masaya ilerleyen adımlarından ve oradan oraya koşturarak kahvaltı hazırlayan hizmetçilerin telaşından günün oldukça hareketli geçeceği belliydi. Buna ek olarak evin taşlı yolundan gelen tekerlek sesleri kaşlarımın çatılmasına sebep oldu.
Aynaya sırtımı çevirip arkamdaki pencereye bakmama neden olan bu araba sesine, merdivenden yükselen hızlı adımlar eşlik ederken yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlamam zor olmadı. Ne olduğunu görmek için harekete geçen bedenim çalan kapıyla yeniden yön değiştirdiğinde 'Gel' diyerek kapıdaki kişinin içeri girmesine izin verdim. Karşımda çekingen bir ifadeyle bana bakan kadın, ne diyeceğini bilemeyerek dona kaldı.
"Kim geldi?" diye sorarak konuşması için teşvik ettim. Başını yerden kaldırmaya korktuğu sıralarda kekeleyerek konuşmaya başladı.
"Abiniz efendim... Eflah Bey burada."
"Eflah?" dedim, kaşlarım alışık olmadığım bir şaşkınlıkla havalanırken. "O olduğuna emin misin?"
"Evet , efendim."
Kadın, gözlerini daha fazla üzerimde tutamadan yere indirdiğinde ister istemez derin bir nefes aldım. Bakışlarım yeniden arkamdaki pencereye dönerken uzun süredir bu kadar belirsiz hissettiğimi hatırlamıyordum. Bunu fark ettiğimde, yüreğimde ağır ağır dallanıp budaklanan sorular beni boğmaya başlamadan önce önlerine set çektim. Uçlarına da aşılması zor dikenler ekledim.
"Sen çıkabilirsin."
Kadın, sözümü ikiletmeden odadan çıktığında kendime birkaç saniye verdim. Ardından aşağıdaki hayret dolu bağırışlar kulağıma ulaştığında daha fazla vakit kaybetmeyerek kapıya yöneldim. Odadan çıkıp merdivenlere ulaşırken onları acele etmeden indim. Zemin kata vardıktan sonra, mutfağa girdiğimde gördüğüm tablo beni duygulandırmalıydı belki de. Fakat sarılmakta olan Eris ve Eflah' a bakmakla yetindim.
Gözlerim, boyu masaya zor yeten Ahvas'a kaydığında ne olduğunu anlamadığı belliydi. Küçük yeşil gözleri bana çevrilirken sandalyesini geriye itip olabileceği en hızlı şekilde yanıma koştu. Eğilip bana uzattığı kollarını boynuma sarmasına izin verdiğimde onu kucağıma alarak ayaklandım.
"Neler oluyor?" Kulağıma doğru fısıldadığı soru, herkesin dikkatini üzerine toplarken Eflah'a döndüm. Boyu uzamıştı, eskisinden daha iri ve heybetliydi. Yıllar önce kısacık olan saçları şimdi en az üç parmak uzunluğundaydı, yüz hatları iyice belirginleşmiş; her gün kestiği sakallarını fark edilir boyutta bırakmıştı. Büyümüştü. Fakat gözlerine döndüğümde onların aynı kaldığını gördüm. Taşıdığı durgunluk ve barındırdığı sırlar hala aynıydı. Belki biraz da yoğundu ama çıkış yolu birdi. Bunlara rağmen merak ettiğim tek şey yüreğiydi. Yüreği hâlâ ona verilen emirlerin tutsağı mıydı yoksa bunu aşmış mıydı bilmeliydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜMÜŞ KARA'SI (+18)
WerewolfBir 'Korkacaksın...' fısıldayışıyla başlar benim saniyelerim. 'Yaşamdan çok fakat ölümden az.' 'Korkacaksın...' 'En az gözlerimdeki gölgen kadar." ----------------------- "Bu gece ay, bizi mühürledi Ayza." Aramızdaki mesafeyi kısaltması sesinin üz...