Son ses müzik, çığlıklar, kahkahalar...
Birbirine bağıran insanlar, sonra yeniden çığlıklar, kahkahalar ve değişen son ses bir müzik.
Hayatım son yarım saattir bundan ibaretti ve daha önce herhangi bir ortamda bu kadar zorlandığımı hatırlamıyordum.
Gelişmiş duyularıma her zaman minnet duysam da şuan sadece bir alfa olabilmeyi dilerdim. Kulaklarım, bangır bangır çalan müziği olması gerektiğinden çok daha yüksek sesle bana iletiyordu ve bu zihnimi parçalıyordu. Gözlerimi zaten yanıp sönen ışıklardan dolayı uzun süre açık tutamazken bu düşüncelerimin arasında kalan son bağlantıyı da koparıyordu ve ben düpedüz karanlıkta kalıyordum.
Kendimi çalan müziğe bırakmayı, etrafımdaki insanları göz ardı etmeyi, gözlerimi yalnızca tek bir yere odaklayarak bu karmaşadan kurtulmayı tekrar tekrar denedim fakat elde ettiğim sonuç her seferinde bir hiç oldu. Dirseklerimi önümdeki tezgaha yaslayarak pes ettiğimde ellerim şakaklarımı buldu. Beynimde çınlayan bu korkunç müzik duracakmış gibi başımı ovmaya başlarken barmenin tuhaf bakışlarını hissedebiliyordum. Birkaç saniye beni süzüp işine devam etse de umursamadım. En azından önüme dolu bir bardak koyana kadar.
Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda bütün dikkatinin gözlerimde olduğunu gördüm. Üstündeki çekingenlik ve gerginlik kendini ele vermesine sebep olurken kim olduğumu anladığını biliyordum.
"Baş ağrısına iyi gelir."
Soru dolu bakışlarıma bütün çekingenliğine rağmen cevap vermesi hoşuma giderken elim bardağa uzandı. İçinde ne olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu fakat sorunun kaynağı baş ağrısı olmadığı için önemsemedim. Bunu ona söylemek için dudaklarımı araladığımda arkamdan gelen ses benden önce davrandı.
"Başı ağrımıyor."
Yanımdan çekilen sandalyenin kuru gıcırtısı etraftaki seslere rağmen zihnimde yer edinirken gözlerimi iri bedene çevirdim. Kara Yakazan tüm asilliğiyle yanı başımda dikiliyordu. Parlayan kara elmasları gözlerimi sıyırarak bedenimi yalayıp geçtiğinde gölgesini hissettiğime yemin edebilirdim.
Çektiği sandalyeye oturduğunda barmenden iki bardak ve adını nadiren duyduğum bir şişe viski istedi. Barmen işini yapmak için yanımızdan ayrıldığında sandalyesini döndürerek bütün bedenini bana çevirdi ve kolunu tezgaha yaslarken konuşmaya başladı.
"Uzun süre katlanması zor değil mi?"
Gözlerimi yüzünde gezdirdim. Tek çizgisinde bile küçük bir rahatsızlık belirtisi yoktu. Ardından geniş omuzlarını inceledim; kollarını, bacaklarını, oturuşunu... Olabileceği en rahat ruh halinde olduğunu görmek aklımı karıştırırken durdum ve bunun nasıl olabileceğini düşündüm fakat mantıklı bir açıklama bulamadım.
"Halinden memnun gibisin."
Gülümsedi. Hatta öyle bir gülümsedi ki kalbimde çiçekler açtığını sandım. Uzun süre yan yana bulunmamıştık, bir iki kelime dışında hiç konuşmamıştık ama üzerimde anlamadığım bir etkisi vardı. Sebebi mühür müydü yoksa sadece ikimizin olması bunun için yeterli miydi bilmiyordum ama varlığı iyi hissettiriyordu.
"Öyleyim ama senin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim."
Barmen söylenileni yapıp önümüze iki bardak ve büyük bir şişe koyduğunda Kara'ya herhangi bir cevap vermedim. Hoş verecek bir cevabım var mıydı ondan bile emin değildim ama o buna takılmadı. Barmeni gönderip şişeyi eline aldığında iki bardağı da yarısına kadar doldurdu. Birini benim önüme çekip diğerini eline aldı. Kendisininkinden bir yudum alıp gözlerini bana çevirdiğinde bardağı kendimden uzaklaştırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜMÜŞ KARA'SI (+18)
LobisomemBir 'Korkacaksın...' fısıldayışıyla başlar benim saniyelerim. 'Yaşamdan çok fakat ölümden az.' 'Korkacaksın...' 'En az gözlerimdeki gölgen kadar." ----------------------- "Bu gece ay, bizi mühürledi Ayza." Aramızdaki mesafeyi kısaltması sesinin üz...