Herkes odadaki gergin ortamdan koşa koşa kaçmak ister gibi ayaklandığında ilk ayrılan Izhar Duhan oldu. Diğerleri de çok geçmeden onun peşine takıldı. Dokuz kişiden dörde indiğimizde bakışlarım Yarkın Yakazan'ı buldu. Kendisi önde, Kara arkasında ilerlerken kapıdan çıkmadan önce selam vermeyi unutmadı. Aynı karşılığı benden aldığında bu sefer eli kapının kulpunda, eşikte takılı kalan Kara'ya döndüm. Gözleri üzerimdeyken dudakları aralandı. Fakat bir anlık gafletle Tardu'ya döndüğünde ne diyecekse vazgeçti. Sonra da daha fazla oyalanmadan gitti.
Geriye yalnızca ben ve Tardu kaldığında vakit kaybetmeden ayaklandım. Önümdeki dosyaları toplamaya başlarken ortaya saçtığı öfke tomurcuklarını hissedebiliyordum. Önce oturduğu sandalyeyi bana doğru çevirdi , ardından sağ kolunu masaya yaslarken söylenmeye başladı.
"Şansın varken Kara'yı bu işlerden uzaklaştırmalıydın. O adam, senin düşmanın. Hatta belki de olabilecek tek düşmanın. Buna rağmen onun elini kolunu bağlayacağına arkasında duruyorsun."
Susacağını bilsem olabilecek tek düşmanımla mühürlü olduğumu yüzüne çarpa çarpa söylemek isterdim fakat bu işleri daha kötü hale getireceğinden sonraya sakladım. Elimdeki işi bırakıp ona döndüğümde beklenti dolu gözlerle karşılaştım. Yaptığımın bir sebebi olduğunu duymak istediğini biliyordum fakat umduğu cevabı ona vermedim.
"Yapılması gerekeni yaptım. Tartışmanın bir anlamı yok."
Duydukları üzerindeki memnuniyetsizliği arşa çıkardığında ne yapacağını umursamadan önünden geçerek kapıya ilerledim. Bir iki adım atmama kalmadan sesi kulaklarıma yeniden dolduğunda duraksadım.
"Madem yapılması gerekenler bu kadar umrunda, sana bir haberim var. "
Beni bekleyen felakete arkamı dönerek kucak açtığımda Tardu'nun yüzünde gördüğüm gülümseme, hiç hoşuma gitmeyen şeyler söyleyeceğinin göstergesiydi. Öyle ki az önceki kızgınlığı saniyeler içinde yok olduğunda, bıkkınlık dolu gözlerime bakarken büyük bir keyifle konuşmaya başladı.
"Birkaç saat sonra Çaka Hirasan buraya gelecek. Usbay, Çaka'nın arkadaşlarıyla bir arada vakit geçirmeniz için kendi mekanında yer ayırdı. Seni almaya geldiğinde sorun çıkarmadan onunla birlikte gideceksin ve işiniz bittiğinde onun seni bırakmasına izin vereceksin. Anlaşıldı mı?"
Elimdeki dosyaları duyduklarımı sindirmeye çalışarak masaya bıraktığımda ona istediğini vermeyerek derin bir nefes aldım ve birkaç saniye bekledim. Herhangi bir şey yapmayacağıma emin olduktan sonra her hareketimi izleyen gözlerinin içine baktım.
"Anlaşılmadı."
Ona alenen karşı çıkmaya devam ettiğimi belli ettiğimde sol elinin yumruk olduğunu gördüm. Yapmaya çalıştığını geri püskürtmek ne kadar hoşuma gitse de hemen pes etmeyeceğini biliyordum. Boynu hafifçe yana yattığında gözlerindeki kararlılık sinir bozan türdendi. Gideceğime emindi. Benim gitmeyeceğime olan inancımdan daha çok hem de.
"O buluşmaya gideceksin Ayza. Aksi taktirde yürürlüğe soktuğunuz projeyi desteklemem. Ben desteklemediğimde diğerleri senin arkanda durur mu, düşün istersen."
Tehditler havada uçuşmaya başladığında bu beni gülümsetti. İtiraf etmem gerekirse bana geri adım attıracak türden bir tehditti. Fakat dediğini yapmadığımda benden bir şeyler alıyorsa yaptığımda da bir şeyler vermeliydi.
"Dediğini yaparım ama bir şartım var."
Parlamaya başlayan gözlerinden dikkatini çektiğimi anladığımda omuzlarım dikleşti. İşte şimdi onun dilinden konuşmaya başlamıştık ve bu onun hoşuna gidiyordu. Bense sonuçları lehime olacağı müddetçe onunla bu dili konuşabilirdim. Üstelik sadece onunla gitmemi istemişti, orada ne yapacağıma karışamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜMÜŞ KARA'SI (+18)
WilkołakiBir 'Korkacaksın...' fısıldayışıyla başlar benim saniyelerim. 'Yaşamdan çok fakat ölümden az.' 'Korkacaksın...' 'En az gözlerimdeki gölgen kadar." ----------------------- "Bu gece ay, bizi mühürledi Ayza." Aramızdaki mesafeyi kısaltması sesinin üz...