BELKİ GECİKTİK

125 9 0
                                    

Elimizde kalan bir avuç saygıydı, bize beraber oturacak gücü veren. Birbirimize karşı değildi belki ama yine de saygıydı. Geçmişimize, kan bağımıza, annemize... belki de sadece içeri de yatan yaralı kıza. Sevgimiz tükenmemiş olabilirdi ama üstü küflenmişti. Göremeyeceğimiz bir raddeye gelene kadar hem de. Şimdi karşımda oturuyordu. Sessizce, gözlerimin içine bakamadan, bir özür bile dileyemeden hatta. Ben de onun karşısındaydım. Gözlerinin içine bakarak ama hesap soramadan. Öyle ya da böyle yine geldiğimiz nokta aynıydı ama konu yine biz değildik. İyileştirmeye çalıştıklarımızın yine biz olmadığı gibi.

"Onu nerede buldun?"

Suçlu bir çocuk gibi öne eğdiği başını yavaşça kaldırdı. Kızarmış gözlerini üzerime diktiğinde hırıltılı sesiyle konuşmaya başladı.

"Nphey yakınlarında."

"Nphey yakınlarında?"

Sözlerini hayretle tekrar ettim. Ciddi olup olmadığını anlamak için harap halini daha dikkatli izledim. Bir milim bile değişmeyen ifadesini gördüğümde kaşlarım çatıldı. Başımı gergin bir şekilde geriye attığımda dudaklarımın arasından sıkıntılı bir nefes kaçtı. Yalan söylemiyordu.

"Çok merak ediyorum, orada ne işin vardı?"

"Görmem gereken biri vardı."

Verdiği cevap bütün kanımın çekilmesine sebep olduğunda sağ elimle önümüzdeki masada ritim tutmaya başladım. Parmaklarım gergin dakikaların çanları gibi sırayla masaya vururken kendimi kontrol altına almak zordu.

"Gerçekten bu durumda bile sır küpü olmaya devam mı edeceksin?"

Tek kelime etmeden masaya bakmaya devam ettiğinde bunun canımı bu kadar yakacağını düşünmemiştim. Yıllar sonra geri dönmüştü ama hâlâ aynıydı. Sevgimiz küflüydü ama bu canımın acısını engellemiyordu.

"Hâlâ mı...Eflah hâlâ mı? Bu durumda bile mi?"

Gözlerime bakarsa susamayacakmış gibi kafasını çevirdi. Masadaki eli ensesine gittiğinde ağlamamak için savaş verdiğini gördüm. Ama bu savaş benim umudumun katili oldu, onun kelimelerinin değil. Kafamı gökyüzüne çevirdiğimde elimin biri benden bağımsız göğsümün üstüne, omzuma gitti. Köprücük kemiğimin üzerindeki hilallere denk geldiğinde onu özlediğimi fark ettim. Herkesin onun kadar anlayışlı olması bu kadar mı zordu?

"Suskunluğunun bizi yok ettiğini ne zaman fark edeceksin?"

Ellerimi bedenimden saniyeler içinde çektim. İçimde kalan cam kırıklarını kendime siper etmeyi başarırken çıktı ağzımdan kelimeler. Gözleri bir çırpıda üzerime döndü. Bir nefeste bütün sakladıklarını anlatmak ister gibi baktı...ama sadece baktı. Bu en taze yenilgimiz oldu.

"Zamanı geldiğinde her şeyi anlatacağım Ayza. Beklemek senin için bu kadar zorken beni düşünmüyorsun bile."

"Belki geciktik Eflah. Belki beş sene öncesi için geciktik biz. Sen düşünüyor musun beni? Beş seneyi nasıl geçirdiğimi düşünüyor musun?"

İçi yana yana baktı bana. Dolan gözlerinde bir zakkum çiçeği açtığını gördüm. Onu kalbinin acısıyla suladığını ve en sonunda zehriyle boğulduğunu...ama yine içtiği zehirle sustu. Ve biz yine kaybettik. Bu sefer ben kafamı çevirim. Onun zehri benim vicdanımın bekçisi haline gelmemeliydi. Onun zehri, bu defa beni mahvetmemeliydi.

"Anlat." dedim, her zamanki duvarlarımı gözlerime örttüğümde.

Tek kelime aramızdaki son yakınlığa da set çekerken olduğumuz yerden bir adım daha ileri gidemedik. Bunun farkındalığıyla çöktüğünü gördüm omuzlarının. O omuzlar, bir beni taşıyamamıştı üstünde. Bütün dünya üzerine binse 'yeter' demeyecek güç, bir benim karşımda paramparçaydı. Bu parçalar benim ellerimi, benim bileklerimi...beni kesiyordu; görmüyor muydu?

GÜMÜŞ KARA'SI (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin