Gece tüm zorluklarıyla ilerlemeye devam ederken Çaka ile konuşmamızın üzerinden neredeyse yarım saat geçmişti ve ben hâlâ ormanın girişinde durmuş ışıklarla süslü meydanı izliyordum. Ne kadar gidip oturmak istesem de Tardu'nun masaya Hirasanlar'ı çağırması ile bu fikrimden vazgeçmem saniyelerimi almamıştı.
Yhota'daki gençlerin hepsi neredeyse buradaydı ve bazen hafif bazen de hareketli şarkılar eşliğinde bir köşeye kurulmuş ikramların tadını çıkarıyordu. Çocuklara gelince, onlar da kendine ayrılan alanlarında çığlık çığlığa oyun oynuyordu ve Ahvas'ın orada olduğunu bilmek beni biraz olsun rahatlatıyordu. Bense oldukça az göze batmaya çalışarak bir köşede durmuş olası bir sorunda devreye girmeyi bekliyordum.
Bir de Kara vardı tabi...
O da geldiğinden beri yaptığı gibi çoğunlukla beni izliyor, sık sık bardağındaki içkiyi yeniliyor ve ara sıra da ailesi ile iletişime geçiyordu. Bir kaç kere ayaklanmaya çalışmıştı ama her seferinde masasına gelen alfalar yüzünden bu pek mümkün olmamıştı.
Çoğu insan için hâlâ büyük bir merak konusuydu ve onunla iletişime geçmeye çalışan kişi sayısı oldukça fazlaydı. Buna rağmen hiçbirinin başarılı olduğunu söyleyemeyecektim. Bu bakımdan ismi gibi kara kutuyu andırıyordu fakat iş bana gelince bu kadar açık olması şaşırtıcıydı.
Gece boyu olduğu gibi bakışlarım yine onda takılı kalırken o, abisiyle duyamadığım bir şeyler konuşuyordu. Eğer bu kadar ses kirliliği olmasa konuştuklarını rahatça duyabilirdim fakat maalesef şuan pek de mümkün görünmüyordu.
Sessiz bir iç çekerek onları duyamayacağımı kabullenirken gözlerimi ikisinin de üzerinden çektim. Bakışlarım ortada delice dans eden insanlara çevrildiği sırada arkamdan gelen adım sesleri dikkatimin dağılmasına sebep oldu. Çevik bir hareketle ormana döndüğümde tanıdık bir beta veya alfa yüzü göreceğimi düşünmüştüm fakat ufak adımlarla bana doğru gelen küçük bir kız çocuğuyla karşı karşıya kaldım.
Beni gördüğünde kendi gibi küçük, mavi gözleri çakmak çakmak oldu. Adımları hızlandığında ben de boyumu boyuna eşitleyerek dizlerimin üstüne çöktüm ve onun bana gelmesini bekledim. Aramızda hatırı sayılır bir mesafe bırakarak durduğunda "Merhaba!" dedi.
"Merhaba!"
Benden aynı karşılığı aldığında minik omuzlarını dikleştirerek siyah renkteki, dağılmış saçlarını düzeltti ve aynı heyecanla konuşmaya başladı.
"Bana yardım edebilir misin? Sanırım yolumu kaybettim."
En fazla dört yaşına bir kız çocuğuydu ama kendinden emin tavrı ve tatlı tatlı konuşmasıyla tam bir küçük bilmişti. Onun bu çocuksu sesi yüzümde samimi bir gülümseme yer edinmesine sebep olurken içimden yanaklarını ısırmak gelmişti fakat kendime hâkim olarak sorusuna cevap verdim.
"Hmm, demek yolunu kaybettin. O zaman şöyle yapalım; biz önce seninle tanışalım sonra sen bana nereye gitmek istediğini söyle ben de sana ne yapman gerektiğini söyleyeyim. Ne dersin?"
"Ben seni tanıyorum ki!"
Benimle eğlenen sesi ve yüzündeki gülümseme kıkırdama sebep olduğunda "Öyle mi?" dedim, keyifli sesimle.
"Evet! Sen Ayza'sın. Biliyor musun, seni saçlarından tanıdım. Saçların niye böyle ki, çok mu yorulmuşlar?"
Ufacık haliyle, söylediği kendinden büyük sözler beni etkilemedi desem yalan olurdu. Ahvas yüzünden mi yoksa bana bu şans sunulmadığından mı bilmiyordum ama çocuklarla aram iyiydi. Yine de böyle bir soru ani olmuştu ama beklemeden aynı hevesle cevap verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜMÜŞ KARA'SI (+18)
Hombres LoboBir 'Korkacaksın...' fısıldayışıyla başlar benim saniyelerim. 'Yaşamdan çok fakat ölümden az.' 'Korkacaksın...' 'En az gözlerimdeki gölgen kadar." ----------------------- "Bu gece ay, bizi mühürledi Ayza." Aramızdaki mesafeyi kısaltması sesinin üz...