GECENİN ŞAHI

132 7 0
                                    


En büyük düşmanımın kendim olduğum zamanlarda tek çıkış yolum vardı.

Çalışmak.

Boş kaldığım her an bana saldıran zihnimle başa çıkabilmemin tek yolu kendime bir uğraş bulmaktı. Aksi taktirde delirmek ya da sinir krizleri oldukça yatkın bir seçenek olabiliyordu.

Önümdeki boş araziye dönüp ortaya kurulmuş masaya ilerlerken bir miktar suçluluk hissettiğim yalan değildi. Bu projede bulunmak istemesine rağmen ona haber vermemiş ve buraya tek başıma gelmiştim. Yalnız kalmam gerekiyordu ve kendimden kaçabileceğim tek sorumluluğum şimdilik buydu.

Her sürünün ayrı bir mimarı olsa da bu işi ben yapmak istemiş ve kendimi gecenin bir vakti kısa süre önce topraklarımıza eklediğimiz bu arazide bulmuştum. Her ne kadar hâlâ Medronalıların kokusunu taşısa da rüzgarının bizimkiyle değişmesinin çok vakit almayacağını biliyordum.

Boş meydanda dikilmeyi bırakıp masaya ilerledim. Kimsenin varlığını sezmediğim için oldukça rahattım. Metrelerce ilerideki ormanı saymazsak burada benden ve uçuşan kuşlardan başka kimse yoktu. Neyse ki ihtiyacım olan tek şey buydu.

Ben, gece, sessizlik ve biraz da esinti...

Önüne geldiğimde elimdeki malzemeleri ahşaptan yapılmış masaya yığdım. Hepsini belli bir düzenle kendime göre dizdim. Tam ortaya da çizim yapacağım kağıdı koyarak kalemlerimi çıkardım. Normalde bu tür projeleri dijital ortam da yapsak da başlamadan önce taslak çizmeyi seviyordum. Bir şeyler çizmek beni rahatlatıyordu.

Elimdeki kalemle bir şeyler çizmeye başladım ama aklım hâlâ okuduğum kitaptaydı. İşin içine girdikçe dönüş yolu siliniyor gibiydi fakat bilmediğim şeyle de savaşabileceğimi sanmıyordum.

Hiçbir zaman kolay bir hayatım olmamıştı. Uzun süre sonra ilk defa olağan bir tempo yakalamıştım ki birden Eflah geri dönmüş, onun ardını Tardu takip etmişti. Yhota'nın ilk asili ise şehrine geri dönmeye karar vermiş ve geldiği ilk günden onunla mühürlenmiştim.

Tardu aynıydı. Onunla nasıl başa çıkabileceğimi az çok biliyordum ama Eflah değişmişti. Aklımda yeni soru işaretlerine yer açıyor ve ona karşı duyduğum öfke gün geçtikçe yüzeye çıkıyordu. Benim için cevapsız bırakılmış bir soruydu. Kara ve mühür ise kendime güvenemediğim tek konuydu. Ona uzakken öyle kalmayı planlıyor, kendimi defalarca tembihliyordum ama yan yana geldiğimizde her şey alt üst oluyordu. Tek bakışı sanki içimdeki her yarayı anlıyormuş gibi hissettiriyordu. İçinde bir okyanus dolusu şefkat yatıyormuş ve hepsini bir an tereddüt etmeden bana verecekmiş gibi davranıyordu. Ona çekiliyordum. Hem de geri dönülemez bir şekilde.

Kafamı toplayamayıp, düzgün bir çizim çıkmayacağını anlayarak kalemi masaya bıraktığımda başımı ellerimin arasına aldım. İçime sıkıntılı bir nefes çekip birkaç saniye kendime gelmeyi bekledim. Zihnimdeki varlığı bile beni yoruyorken nasıl her şeyi oluruna bırakabilirdim ki?

"Ayza!"

Elime gelen ilk şeyi beklemediğim sesin sahibine fırlatırken gördüğüm yüzle hareketsiz kaldım. Bedenim zihnimden önce davranırken ne yaptığımın ben bile farkında değildim. Savunma mekanizması her zaman diri olan biri olarak hazırlıksız yakalanmaya alışık değildim ve ne hikmetse Kara her zaman boş bir anımı bulmayı başarıyordu.

Ona attığım kalemi kendinden birkaç santim uzakta, havada yakalamıştı. Şaşkınlık dolu bakışları üzerimdeyken ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi yavaşça bıraktım.

"Burada ne işin var diye sormaktan bıktım."

Havada kalan elini indirip yanıma gelmeye başladığında gözlerini üzerimden çekmedi. Karanlığın nöbetçileri gibi dimdik duran siyahlara sahipti ve sanırım bana hissettirdikleri tabirden artık emindim. Onlar gecenin şahıydı. O kadar yoğun, o kadar gerçek ve o kadar tanıdıklardı.

GÜMÜŞ KARA'SI (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin