"Two broken souls scarred with the wounds from their demons, playing a dangerous game of trust and love."
Üç Hafta Sonra:
Tişörtümü çıkarıp aynadan dikişleri aldırdıktan sonra kalan yara izime bakarken, normalde yara izlerimle bir problemim yoktu ama bunu sevmemiştim.
Güçlü hissettirmiyordu, tek düşündürdüğü hayatta uğruna dünyaları yaktığım kişinin bende bıraktığı ihanetin acı tadıydı.
Baktıkça hatırlamak o anları tekrar yaşamamı sağlıyordu çünkü bunu öylesine birisi yapmamıştı.
Kapı açıldığında, kokusu burnuma doluştuğunda anında huzuru ve kaosu aynı anda hissederken, arkamı dönüp bakma gereği duymadım.
Arkamda durup bir elini belime sardıktan sonra yüzünü saçlarıma gömdüğünde artık onu aynadan görebiliyordum.
Omzuma konulan bir öpücükle gözlerimi yumdum, ona karşı hissettiklerimin bir adı yoktu. Yoğundu, güzeldi ve güzel olduğu kadar acıtıyordu çünkü güzel şeyler hep son bulurdu.
Göbeğimin yan tarafında kalan yara izime dokunduğunu hissettiğimde gözlerimi açtım. Aynadan direkt gözlerime bakıyordu, tepkimi ölçüyordu. "Saklamak zorunda değilsin."
Kafamı iki yana salladım. "Saklamayacağım."
Gülümseyip yara izimi okşadıktan sonra omzumda bir bölgeye dokununca ürperdim. "Hep sormak istiyordum, buradaki yara izi nasıl oldu?"
Omzumun arkasındaki bıçak yarasını kastediyordu. Güldüm ve, "RJ'in eseri." dediğimde bu kaşlarını çatmasını sağlamıştı. "Beni eğitmeye çalışırken oldu, eğer durumun ciddiyetini benimsersem daha iyi olurdum. Onun dersleri her zaman sert ve acı vericidir ama seninle işi bittiğinde dünyanın en iyisi oluverirsin."
Bir süre bir şey söylemeden beni izlediğinde derin bir nefes verdim. "Bunun için Leon ile aralarında büyük bir kavga çıkmıştı. O an hangisinin beni daha çok sevdiği konusunda şüpheye düşmüştüm ve hâlâ anlayamıyorum."
"Peki sen en çok hangisini seviyorsun?" diye sorduğunda ne cevap vereceğimi bilememiştim.
"Bilmiyorum, hiç düşünmedim."
Ona doğru dönüp kalçamı masaya dayadığımda ne yaptığımı dikkatle izliyordu. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan bacaklarımı hafifçe aralayıp yakasından tutarak kendime çektim ve dudaklarımızı buluşturdum.
Anında bir eli belimi sararken diğeri bacağımı kavramıştı. Dili dilimi yakaladığında hafifçe inledim. En ufak hareketi bile onun için hazır hâle gelmemi sağlarken asla kendimi tutamıyordum.
Birden kapı açıldığında isteksizce ve bıkkınlıkla dudaklarımızı ayırdım. Bakmadan bile gelenin Marcus olduğunu anlayabilirdim.
"Vay canına. Kendinize bir oda bulmalısınız millet."
Bucky, "Tanrım, bu çocuğun zamanlaması." diye homurdanırken ben, "Lânet olsun Marcus. Odadayız zaten." diye sinirle konuştum. "Benim odamda."
"Oh," dedi sinir bozucu, yapmacık bir şaşkınlıkla. "Bunu farketmemişim, üzgünüm."
"Her neyse," dedim ne kadar zor olsa da masadan inip Bucky'den uzaklaşarak. "Ne istiyorsun?"
"Barnes'tan sana on dakika içinde başlayacak olan parti için hazırlanmanı söylemesini istemiştik ama siz gelmeyince beni gönderdiler."
"Ne partisi durduk yere?"
"Bilmiyorum Sam'in afet kardeşi ve senin o sevmediğin sarışının işleri, " demişti ki ölümcül bakışlarımı farkedince susmuştu ama biraz geç olmuştu sanki.
Bucky'ye yandan bir bakış atıp güldüğünü gördüğümde ona da öldürecek gibi bakmıştım ve bu gülüşünü durdurmaya çalışmasını sağlamıştı.
"Hey, bir dakika," diye bir şey farketmiş gibi konuşan Marcus'a döndüm. "Sen karşımda çıplak durmaya utanmıyor musun?"
Gözlerimi devirdim. "Sanki ilk görüşün."
Altı üstü üst tarafım yarı çıplaktı o kadar.
"Ne, o seni çıplak mı gördü?" diye bu sefer de şaşkınca soran Bucky ile sabrım taşmak üzereydi.
"Tanrı aşkına, şu anda çıplak değilim. Marcus hep ortalığı karıştırıyorsun, siktir git!"
Gülüp gidecekti ki birden aklıma gelen şeyle, "Bir dakika bekle," diyerek durdurdum onu. "Nerede olduğunu biliyor musun?"
"Kimin?" diye sırıtarak sorduktan sonra cevap vermediğimi görünce kimi kastettiğimi anlamış olmalı ki dudakları düz bir çizgi hâlini almıştı.
"Güvende."
"İyi mi?" diye sordum tamamen soğuk çıkan sesimle. Ne kadar saklama gereği duysam da hâlâ onun için dünyaları yakacağımı biliyordu.
Birden gözleri dalıp tuhaf bir şekilde sırıtmaya başlayınca kaşlarımı çattım. "İyi, çok iyi."
Mümkünmüş gibi daha fazla kaşlarımı çatarken Bucky'ye döndüm. Yatağıma oturan adam konu ilgisini çekmiş gibi eliyle çenesini sıvazlıyordu. Ona baktığımı farkedince bana dönüp, "Kız kardeşinle ilginç anlar geçirmiş gibi görünüyor." dediğinde, "Farkındayım!" diye patladım bir anda.
"Siktir!" diyerek kaçan Marcus'un arkasından bütün yaratıcı küfürlerimi savururken Bucky'nin kahkaha sesi hiç yardımcı olmuyordu.
"Kardeşimden uzak durmazsan senin belânı sikerim Marcus!"
"Hadi ama, neden sorun ediyorsun ki?" diye soran Bucky ile ellerimi saçlarımdan geçirerek ona döndüm.
"Zamparanın tekinin kardeşime asılmasını nasıl sorun etmem, Barnes!"
Onu üzecek, iki günde sıkılıp kardeşimin duygularınu sikip atacaktı.
"Lanet olsun, o sikik bir mötley crüe hayranı, anlamıyor musun?" diye çıldırmış gibi konuşmaya devam ediyordum.
"Ne olmuş o dediğin şeyin hayranıysa?"
"Mötley crüe hayranından sevgili olmaz." diye konuştum hızla. "Tamam, güzel beceriyorlar ama iki gün sonra başkasının bacaklarının arasında yakalıyorsun."
"Aldatır mı?" diye sorduğunda kafamı iki yana salladım.
"Hayır ama sıkıldıktan sonra ayrılır ve yıllardır ona takıntılı olan kardeşim bu durumu kaldırabilir mi bilmiyorum. Benden önce o Marcus'u öldürür."
Ben de fena yapardım ama Melanie'den önce bulacak olsaydım...
Diğer bölüm... Anladınız
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Chaos And The White Wolf ~Bucky Barnes [Tamamlandı]
FanfictionSmut warning ⚠️ Bucky ve Sam'in biraz ara vermek amacıyla gittiği kasabada işlenen cinayetlerden dolayı Lords Of Chaos çetesinin de bu cinayetleri çözmek için gitmesiyle işler karışır. Cinayetler Chaos ile bağlantılıdır ve bunu çözmez ise dava üzer...