― ❛birinci bölüm❜

871 54 5
                                    

"Sıcak" diye düşündüm, buruşuk çarşaflara biraz daha sokulup göğsümün etrafındaki battaniyeyi çekerken dudağımda küçük bir gülümseme oluştu. Battaniyeler tuhaf bir şekilde pürüzsüzdü ve hiç tatmadığım kadar yumuşaktı, garip bir şekilde vücudumu sarıyordu. Homurdanarak ve hala uykudan sersemlemiş halde, üstteki fanın tembel vızıltısı altında hafifçe üşüyen omuzlarımı düzgün bir şekilde örtmek için battaniyeyi çektim, aynı anda uyum içinde hareket ettiğinde derin bir iç çektim.

Battaniye kendiliğinden kayıp tekrar omuzlarımdan çıplak belime yerleşirken, vücudumu çarşaflara daha da yaklaştırarak kaşlarımı çattım. Parmaklarım, karnımın üzerinde ağır bir şekilde duran ve nefes almamı biraz zorlaştıran sıcaklığın kaynağını kavradı. Battaniyeyi kaldırmayınca kaşlarımı çatarak, nereye takıldığını anlamak için ağır göz kapaklarımı açtım. Gözlerim kollarımdan aşağıya doğru bir yol izledi -çarşafların beyazlığına karşı bile daha solgun olan kollarımdan- parmaklarımın battaniyelerin etrafına dolandığı yere kadar... ve bu tuhaf bir şekilde insan koluna çok benziyordu.

Kafam karıştı, gözlerimi kırpıştırarak kol şeklindeki figürü kaldırdım, ağırlık tenimden ayrıldığı anda üşüdüğümü hissetsem de, hem uykudan hem de gözlüğüm olmadığından bulanıklaşan gözlerim odaklandığında kalbimin durduğu hissi çok daha ağır basıyordu. Parmaklarım elimdeki nesneyi bıraktığında tüm vücudum donmuştu.

Bu gerçek bir koldu. Lanet olası bir insan kolu!

"Aman tanrım," diye fısıldadım kendi kendime, nefesim hızlanırken sesim titriyordu. Bulanık görüşümle odanın etrafına bakarken göğsüm çılgınca çarpıyordu. Önce tanıdık olmayan bir tavan karşıladı beni, pürüzsüz yüzey kendi yatak odamdaki açık mavi duvarlardan çok farklı olan koyu yeşile boyanmıştı. Koyu renkli ahşap fan hafifçe sallanarak dönüyordu. Çekilmiş beyaz perdeler, odaya sızan ışığı filtreleyerek karanlık gölgeler saçıyordu. Duvarlara araba posterleri yapıştırılmıştı, üzerlerindeki kelimeler okunamayacak kadar küçüktü ve yatağın karşısında, üzeri her şeyle dolu bir masa vardı. Bazı eski kitapların üzerine tehlikeli bir şekilde tünemiş bir dijital saat, kırmızı harflerle 13:47 olarak yanıp söndü. Giysiler odaya saçılmıştı, bazıları masanın sandalyesinden sarkıyordu, diğerleri pencerenin yanında, yerde, pufta asılıydı. Kapıdan yatağın kenarına kadar sıra sıra dizilmiş bazı giysiler vardı ve sonunda yatağın ayakucuna aşağı sarkan bir kot pantolon vardı.

Kot pantolonum.

"Aman Tanrım," diye tekrarladım, karnımı saran kol hareket ederken sesim titriyordu, güçlü kaslar belimi daha sıkı sardı. "Bu gerçek olamaz. Gerçek olamaz..." Sessiz sesim, yüksek sesli bir inilti ile kesildi. Ardından anlaşılmaz, uykulu mırıldanmalar yükseldi. Sıcak bir nefes şakaklarıma vurdu, alkol ve sigarayla karışmış bayat koku karşısında burnumu kırıştırdım.

'Lütfen bana tanıdığım biri olmadığını söyle... Ya da tanıdığım biri olması daha mı iyi olurdu? Her halükarda sıçtım.' diye düşündüm kendi kendime, sessizce dua ederken gözlerimi kapatıp başımı sola çevirdim. Az önce yüzümün yan tarafına çarpan nefes şimdi burnumun derisine doğru süzülüyordu. Bir nefes... iki nefes... üç... Arkamdaki şahıs nefesini verirken gözlerimi keskin bir şekilde açtım.

Gördüğüm ilk şey, hafifçe aralanmış ve yüzüme üfleyen pembe dolgun dudaklardı, alttan bir sıra düz beyaz diş görünüyordu. esmer teninde, alt dudaktan çıkıntı yapan metal halkanın yumuşak parıltısı vardı. Görüş hattım, daha önce en az bir kez kırılmış olması muhtemel olan ortası hafifçe eğri bir buruna doğru hareket etti. Sıcak hafta sonu ışığının gölgelerini yakalayan belirgin elmacık kemikleri, yuvarlak pürüzsüz yanaklar... kolları beni daha yakına çekerken, burnunu rahatsızca kırıştırdı ve parmaklarını kalçamın etine bastırdı. Göz kapakları kapalıyken bile ne renk olduklarını biliyordum.

sheets―Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin