― ❛altıncı bölüm❜

334 37 3
                                    


Çalışmamıza başladıktan sonra Mingyu çabucak sıkıldı ve birkaç dakika sonra Tanrı bilir yukarıda ne yapmak için odasına gitti. Tekrar aşağı indiğinde, tüm plastik petri kaplarını çoktan yerleştirmiştim, tanımadığım mutfakta kendi başıma zar zor bulduğum bazı kaplarda ve ölçü aletlerinde glikoz çözeltileri hazırlamıştım. Zamanını sadece telefonunda dolaşarak geçirirken en azından maş fasulyelerini kaplara koymama yardım etmesini istediğimde, bana inanamaz bir bakış attı.

Belki Soojin daha iyi olurdu, en azından ondan hiçbir beklentim yoktu.

"Sen en kötüsün." diye homurdandım, hazırlanmış petri kaplarını bir karton kutuya itmemeye özen göstererek özenle paketlerken. Mingyu, sonunda başını telefonundan kaldırıp bana baktığında dudakları yukarı kıvrıldı, ona bakarken yanaklarım kızardı.

"Bitti mi?" diye sordu, gözlerindeki meydan okumaya karşılık sinirli bir homurtu çıkarırken ellerim yumruk haline geldi.

"Sen gerçekten..." diye başladım, devamı gelmeden derin bir nefes aldım, sonunda gözlerimi kapatıp burnumun köprüsünü sıkıca ovarak öfkemi dağıtmaya karar verdim. "Boş ver. Bunları filizlenirken koyabileceğimiz karanlık bir dolabın ya da gardırobun var mı? Orada bir hafta kalmaları gerekecek."

"Filizleri saklayacaksın," diye başladı Mingyu tek kaşını kaldırarak, "benim evimde?"

Yüzüme gergin, sert bir gülümseme yapıştırarak, Mingyu'nun ölü gözlerine baktım. Kutuyu ellerimde tutarken parmak boğumlarım neredeyse bembeyaz oldu. "Projede bana yardım etseydin, bunu bilirdin." dedim yavaşça.

Mingyu omuz silkerken sandalyeden kalktı ve telefonunu arka cebine koydu. Tezgâhın üzerinden uzanıp şefkatle kutuyu elimden aldığında şaşırdım. Biz mutfaktan çıkarken diğer eliyle merdivenlerden yolu gösterdi.

Adımlarım arkasından ilerlerken, "Gardırobumu kullanabiliriz, orada yer olmalı." dedi..

"Gardırobun mu?" Zayıf bir şekilde sordum, merdivenlerden çıkarken yüzüm solgundu. "Bu senin gardırobun olmak zorunda değil. Herhangi bir karanlık dolap işe yarar."

"Benimki karanlık bir dolap." kapısının önündeki tereddütüme hafifçe gülümsedi. Yatak odasının kapısını açıp içeri girerken "Gergin misin?" dedi, sesi eğleniyor gibiydi.

Mingyu arkasını dönerek kapıyı biraz daha açtı, gözlerimin içine bakarken dudaklarının kıvrımı alaycıydı.

"İyiyim." diye çabucak cevap verdim, içeri adımımı atarken ellerim tekrar yumruk oldu. Yanından geçerken Mingyu'nun kulağımın dibindeki alçak kıkırdamasını duyunca tüylerim diken diken oldu, kapı ses çıkararak kapandı.

Odaya göz gezdirdiğimde, geçen cumartesiden bu yana pek bir şeyin değişmediğini fark ettim. Duvarlar hâlâ yeşildi, fan hâlâ havada bir daire çizerek zayıf bir şekilde dönüyordu. Duvarlardaki posterler hâlâ asılıydı, masası hâlâ eski kağıt ve kitap yığınlarıyla kaplıydı. Giysiler hâlâ odanın her yanına dağılmıştı ama neyse ki benimki bu sefer enkazın arasında değildi.

Yatağına baktığımda, o günküyle aynı solgun çarşafları fark ettiğimde yutkundum. Aynı yastıklar ve aynı ince battaniyenin yarısı yere düşmüştü, Mingyu muhtemelen gece sıcaktan onları tekmelemişti. Parmaklarım, Mingyu'nun uzun formunun şeklinde kırışmış çarşaflara dokunmak için kaşınıyordu. Gözlerimi yataktan zar zor ayırırken ağzımın kuruduğunu hissettim, burnumu birdenbire bana çok yakın olan Mingyu'nun göğsüne çarptığımda duman ve losyonunun kokusunu istemsizce içime çektim ve kalbim tekledi, korkarak geriye doğru sendeledim. Yatağının kenarı, dizimin kıvrımına çarparak bacaklarımın katlanmasına ve vücudumun geriye doğru düşmesine neden oldu. Ben düşerken güçlü eller refleksle benimkini tutmaya çalıştı ama sonunda ağırlığım ve dengesizliğim onu da benimle birlikte düşmeye zorladı.

sheets―Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin