― ❛üçüncü bölüm❜

376 42 9
                                    

Seulgi ile gitmek yerine istasyona yürümeye karar vermek aldığım en kötü karardı. Yaz bitiyor olsa da, dışarısı hala bunaltıcı sıcaktı, öyle ki şehrin elektrik şebekesi klima ünitelerinin taleplerine yetişmek için mücadele ediyordu. Evimden istasyona yürüyüş uzun değildi ama bu sıcaklığın altında sonunda hefefime ulaştığımda maraton koşmuş gibi hissettim. Gözlüklerim burnumun terli köprüsünden kayıyordu. Tren biraz doluydu, tüm koltuklar alınmıştı ve kalanlar omuz omuza durmuş, diğerlerinin arasına düşmemek için ellerine geçen terli korkuluklara tutunmuşlardı.

Trenin diğer tarafına geçip, kendimi kapının yanındaki boş bir alana yerleştirirken rahatsızlık verdiğim insanlara sessiz bir özür geveledim. Diğerlerine yer açmak için sırt çantamı ayaklarımın yanına düşürdüm ve son birkaç kişi kendilerini trene dahil etmeye çalışırken sırtım sıcak metale çarptı. Gözümün ucuyla kalabalığın arasından okul üniformamın tanıdık renklerinin yanıp söndüğünü görebiliyordum. Onlar tanıdığım insanlar değildi, ceplerinde donanma okulu amblemi işlenmiş beyaz gömleklerinin üzerinde yükselen yüzlerini tanıdıktan sonra memnun olduğum insanlardı. Beyaz ve lacivert çizgili kravatları, ilk düğmeme kadar çekilen benimkinin aksine boyunlarında gevşekti. Gömlekleri gri pantolonlarından sıyrılmıştı.

İçlerinden biri yüksek sesle boğuk bir kahkaha atıp, arkasında duran bir kız olmasına rağmen arkadaşlarından birine bir şey fırlattığında gözlerimi devirdim, arkadaşı yakalasa da elinin tersiyle kızın kafasının arkasına vurmuştu. Oğlan özür dilemedi, kız gürültülü öğrenci grubundan uzaklaşmadan önce ona anlamlı, sert bir bakış atarken sadece güldü. Onları umursamadan çantamdan bir kitap çıkardım, sayfaların arasından süpermarket fişini ve ayracı çıkardım ve kitabımı sessizce okurken onları arka sayfalardan birinin arasına bıraktım.

Okula giden yol uzun değildi, ama kendimi bir şekilde meşgul etmek zorunda kalacağım kadar uzundu. Tren bir sonraki duraktan ayrıldıktan sonra okulumdaki diğer çocukların yüksek sesle bağırışlarını duymazdan gelmeye çalıştım, bazı kadın sesleri onlara katılmıştı. Üniformaları da darmadağınıktı, etekleri daha yukarı kıvrılmıştı ve üst düğmeleri, önlerindeki çocukların iki kez bakacağı kadar açıktı. Gösterişli üniformalarının koyu mavisi hatlarına sıkıca yapışmıştı. Tekrar homurdanarak, gözlerimi kitabıma çekmek için gruptan uzaklaştım ama aklım başka bir şeye çekilmeye müsait olduğundan kelimeler birbirine karışmıştı.

Başka birine, Mingyu'ya

Onu -ve dolayısıyla partiyi- o cumartesi gününün geri kalanında ve pazar günü geceye kadar ayrıntılı olarak tekrar tekrar düşünmüştüm. Gözlerim ağrıyordu ve eminim ki koyu halkalarım azalmamıştı ama en azından biraz toparlanmış görünüyordum. Saçlarım serbest olarak yüzüme dökülüyordu. Her zaman solgun olan tenim, cuma gecesi olanlardan sonra olduğu kadar hastalıklı görünmüyordu ve yanaklarım sıcaktan kızarmıştı. En azından, içimdeki harabeye tezatla canlı görünüyordum.

Partide olan her şeyi hâlâ hatırlayamıyordum ancak birkaç parça, tutarlı bir hikaye oluşturmak için birbirine zar zor uyan küçük parçalar olsa bile yanıp sönüyordu. Güçlü kollar tarafından bir arabaya çekildiğimi, alkole karışan sigara dumanının kokusunu ve dilimde sıcak ve acı tadı belli belirsiz hatırlayabiliyordum. Bir yatağa düştüğümü, ayakkabılarımı ve gömleğimi çıkardığımı, eller üzerimde gezinirken çıplak sırtımın yumuşak şilteye çarptığını hatırladım. O elleri hatırladım, kaba parmaklar tenime sürtünerek kotumu çekiştiriyordu.

"Wonwoo.." boğuk bir ses kulağıma mırıldandı. Sayfadaki kelimeler siyah lekelere dönüştüğünde yutkundum, boğazım kurudu.

"Wonwoo."

sheets―Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin