― ❛on birinci bölüm❜

233 29 11
                                    


Erken gelmeme rağmen, Hyejin çoktan oradaydı. Onu restoranın ön penceresinden görebiliyordum. Yüzü, camın üzerine yeni boyanmış figürlerin arkasında yarı belirsizdi. 'Ming's Piatti' yazısı, camın üzerine parlak kırmızı bir şekilde kalın ve net yazı tipiyle işlenmişti. Malum birininkine çok benzeyen isimle yüzümü buruşturdum, dudaklarım anında çatlamış gibi hissettiysem de içeri adımımı atarken bu huzursuz duyguyu bir kenara itmeye çalıştım. Kapının üzerindeki küçük zil çınlayrak Hyejin de dahil olmak üzere birkaç müşterinin bana bakmasını sağladı. Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle bana el sallarken rahatlamıştım.

Hyejin'i okul üniformasıyla görmeye alıştığımdan şimdi biraz farklı görünüyordu; dökümlü bir elbise gitmişti, küçük vücudunun üzerinde uçuşan katmanlar vardı, siyah kumaş küçük kırmızı çiçeklerle süslenmişti ve kıvrımlarını mütevazı bir şekilde gizliyordu. Kalın kahverengi saçları başının üstüne toplanıp kırmızı bir tokayla sabitlenmişti. Gözlerinin üzerine dökülen birkaç tutam, bana gülümserken pembe yanaklarında uçuştu. Kahverengi gözlerine kalemle yaptığı küçük dokunuşlar onları daha da büyük göstermişti ve dudakları, ışık altında parlayacak şekilde hafif pembeydi. Okulda makyaj yapmıyordu, şimdi ise zaten güzel olan özelliklerini sessizce vurgulayarak birazcık öne çıkarmıştı.

"Üzgünüm, geciktim." dedim.

Hyejin sadece gülerek elini salladı. Yumuşak dudaklarında küçük bir gülümsemeyle, "Hayır, zamanında geldin." dedi. "Dakik olduğunu bilmek güzel. Tanrı biliyor ki Youngjae ya da Seunyoun kesinlikle değil." Hyejin'in karşısına otururken güldüm. Aramızdaki masanın üzerinden bir mum titreşti, yeni serilmiş beyaz masa örtüsü uyluklarımın üstünü sıyırıyordu. Bacağım masanın altından Hyejin'in bacağına çarptı, yüzü sadece bir anlığına değişti sonra nazik gülümsemesine geri döndü. Yanakları biraz daha pembeleşmişti. Masadaki menülerden birini alırken tenindeki ufak değişikliği görmezden geldim, gözlerim menüyü hızlıca tararken ağzımdan salyalar akıyordu. Mingyu'nun makarnasının tadı dilimden çoktan gitmişti fakat lezzetini çok canlı hatırlayabiliyordum.

Aniden Hyejin'in güçlü parfüm kokusunu aldım, boynuna yapışan tatlı meyveli bir kokuydu. Gözleri menüye bakmak için aşağı inerken gergin bir şekilde öksürdüm.

Hyejin seçmeden önce kaşlarını çatarak, "Sanırım risotto alacağım." dedi. "Ya da karides linguine. Ya da carbonara."

"İstemediğin bir şey var mı?" Hyejin masanın altında bacağımı tekmelerken güldüm.

"Kapa çeneni." diye güldü, başıboş bir tutam saçı parmağına dolayarak.

"İstersen ben carbonara alayım, sen de risotto? Benimkinden sana biraz verebilirim." dediğimde gözleri aydınlandı ve yanakları kızardı.

"Gerçekten mi?" masanın üzerine eğildi, eli benimkinin üzerindeydi. Başparmağı tenimde yavaş, pürüzsüz bir daire çizerken yutkundum. Elleri yumuşaktı, parmak ucu etli ve sıcaktı.

"E-Evet, yani... ikisi de kulağa hoş geliyor." diye başladım, kızardığımı hissettiğimde kendime küfrettim. Hyejin'in gözleri yüzümde gezindi, ellerimize bakarken gülümsemesi derinleşti.

"Teşekkürler, Wonwoo..." dedi, gözleri benimkilere dönerken. Başparmağı hareketini durdururlen kirpikleri kırpıştı, hareketini kesen parmakları bu sefer elimi sıkıca sıktı. "Um... muhtemelen biliyorsundur ama ben-"

Masamızın yanından gelen sert bir öksürük ikimizi de sıçrattı, benim elim kucağıma fırlarken Hyejin'inki bir anda geri çekildi. Dirseğim sandalyemin arkasına çarptı ve sarsıntı kolumda karıncalanmalara neden oldu, yüzümü buruşturdum. Garson sabırsızca not defterine vurdu, ben menüye paha biçilmez bir sanat eseriymiş gibi bakarken Hyejin kıpkırmızı olmuştu.

sheets―Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin