― ❛on sekizinci bölüm❜

242 25 5
                                    

Mingyu ve ben mutfağa girerken Haesun, "Minnie, eğer bir arkadaşın gelecekse bu saate kadar uyuyamazsın." diye azarladı, kaşlarını çatarak Mingyu'ya dönmeden önce bana özür dileyen bir bakış atmıştı. "Ona içecek bir şey ikram etmeyecek misin? Senin mağarada yetiştiğini falan düşünecek."

"Evet, evet." dedi Mingyu, iç çekerken büyükannesinin başının üstüne küçük bir öpücük kondurdu, Haesun nefesinin altında homurdansa bile Mingyu ona sarılırken dudağının kenarları kıvrılmıştı. Mingyu'nun büyükannesini serbest bırakmasını huşuyla izledim. Her zaman gösterdiği benliğinden daha farklı bir yönü ile tanışmıştım. Rahat görünüyordu. Uysal. Sevecen.

Güzeldi.

"Bana 'evet, evet' deme, bayım." dedi Haesun bana dönmeden önce Mingyu'nun yanağını hafifçe sıkarak. "Ve Wonwoo, canım, seninle tanışmak güzeldi ama çömlek dersime geç kalıyorum. Başka bir gün tekrar gel, seninle düzgün bir şekilde sohbet etmeyi çok isterim." Mingyu'ya yandan bir bakış atarken son sözlerini vurgulamıştı, ben kahkahamı elimle kapatırken Mingyu homurdandı.

Haesun kısa süre sonra ikimizi mutfakta yalnız bırakarak ayrılmıştı. Birkaç hafta önce ikimizin şu an bulunduğumuz durumdan çok daha farklı bir durumda, burada oturduğunu hatırlayarak, mutfak adasının taş yüzeyinde parmağımı gezdirdim. Ne zaman olduğunu tam olarak belirleyememiş olsam da, korkunç bir yer gibi hissettiren bu mutfak için artık çok daha iyi hisler barındırıyordum.

"Bana içecek bir şey ikram etmeyecek misin, Minnie?" diye sordum hafifçe sırıtarak. Mingyu sadece başını iki yana salladı, yüzünde keyifli bir gülümseme vardı.

"Nasılsa birazdan yola çıkacağız." dedi ve kafamı şaşkınlıkla yana eğdim.

"Ne? Bütün gün burada oturacağımızı mı sandın?"

"Dürüst olmak gerekirse evet, biraz." diye itiraf ettim, beceriksizce boynumun arkasını ovuşturarak.

"Kalmak istiyorsan sorun değil. Aklıma... burada yapabileceğimiz bir sürü güzel şey geliyor." dedi, gözleri beni ağır ağır yukarıdan aşağı süzerken sırıtışı derinleşmişti, gözleri dudaklarının ima ettiği şeyin adeta canlı kanıtıydı.

Kulaklarım kızardı, aceleyle sırt çantamı omuzlarıma tekrar asarken kafamı iki yana salladım. "Hayır, dışarı çıkalım." dedim, Mingyu buzdolabını açarken kahkaha attı. Birkaç dakika ortalığı karıştırdıktan sonra, önceden hazırlanmış birkaç kap ve bir şişe buzlu çay çıkardı.

"Bu ne için?"

"Yemek için." diye yanıtladı alay edermiş gibi, açık buzdolabı kapısının arkasından bana bakmak için arkasına yaslanmıştı. "Arkandaki alt dolapta bir piknik sepeti olmalı. Benim için alır mısın?"

Mingyu'yu dinleyerek, dolapları aradığımda parlak yeşil bir piknik sepeti buldum. "Bu mu?" diye sorduğumda başını salladı.

"Evet, tezgahın üzerine koy."

Mingyu'nun her şeyi sepete doldurması birkaç dakikasını aldı ve işi bittiğinde üstündeki mandalı kapattı. Sepeti bir eline, tezgahın üzerindeki tepsiden aldığı arabasının anahtarlarını da diğer eline aldıktan sonra, bana dönerek başıyla kapıyı işaret etti.

"Nereye gidiyoruz?" Mingyu sepeti arabasının arka koltuğuna yerleştirirken sordum. Hızlıca sürücü koltuğuna yerleştiğinde bana gizemli bir şekilde gülümsedi. "Cidden, Mingyu. Beni ormana götürüp şişmanlatıp sonra öldürmeyeceksin, değil mi?"

"Şişmanlatmak, evet. Öldürmek, belki.." diye alaycı bir şekilde yanıtlaması gözlerimi devirmeme neden oldu. Kısa bir sessizlikten sonra tekrar konuştu. "Şehrin gerçekten güzel manzarasına sahip bir yere gidiyoruz. Sakin ol Won."

sheets―Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin