― ❛onuncu bölüm❜

265 33 6
                                    

Sabırsızlıkla Mingyu'nun kapısının önünde durdum, parlak beyaz duvarlar sabah güneşini yansıtırken gözlerimi kamaştırıyordu. Telefonunu aradım ve artık açmayacağını düşünecek kadar bir süre bekledim, çevir sesi sonunda kaba, yorgun bir inilti gelene kadar çalmaya devam etti. Uykulu sesi konuşurken yutkundum, ilk defa telefonda konuşuyorduk ve sesi kukağıma o kadar yakından geliyordu ki, sanki tam yanımda konuşuyormuş gibiydi.

"Saat çok erken Wonwoo." diye şikayet etti. Kendini belli eden sıkıntı sesine gölge düşürüyordu.

"İstediğim zaman gelebileceğimi söylemiştin."

Mingyu ahizeye doğru homurdanarak. "Ve saat 10:00." dedi. Telefondan ayak seslerinin hafif vuruşunu duyduğumda, pencereye bakmak için geri adım attım. Ben bunu yaparken, çekilmiş olan perdeler yorgun bir şekilde aralandı ve Mingyu'nun uykudan dağılmış kahverengi saçlarını, aynı zamanda aşağıya bakan kasvetli koyu gözlerini ortaya çıkardı. Çıplak göğsüne bakmaktan kendimi alamadığım için nefesim kesildi, alt yarısı pencerenin altı tarafından kapatılmıştı. Çocuk homurdanırken kendimi ona küçük bir el sallarken buldum.

"Yedek anahtar kasımpatıların yanındaki taşın altında." dediğinde etrafa bakındım. Rengarenk çiçekler denizinde kasımpatı'nın ne olduğunu bilmiyordum. Mingyu iç çekti, pencereden şaşkınlığımı görmüş gibiydi. "Kırmızı-turuncu olanlar... hayır, onlar değil. Sol... sol... hayır, çok sola gittin. Ortancaların yanında... evet, buldun, tebrikler." Mingyu kasımpatıları bulduğum anda telefonu kapattığında homurdandım, hemen yanındaki taşın altından anahtarı çıkardıktan sonra kilidi açarak evine girdim ve birkaç dakika girişin etrafında dolaşarak Mingyu'nun gelmesini bekledim.

Aşağı gelmedi.

"Mingyu?" seslenişime karşılık üst kattan boğuk bir "yukarıdayım." yanıtı aldım. Dişlerimi gıcırdatarak yavaşça tanıdık merdivenleri tırmanmaya başladım, ellerim sırt çantamı sıkıca kavradı. Mingyu'nun kapısını çaldım ve cevap alamayınca başımı içeri uzattım. Etrafıma bakınırken onu hiçbir yerde göremiyordum ama banyonun kapısı biraz açıktı, ışık yanıyordu ve akan suyun sesini duyabiliyordum. Duş mu alıyor yani? Şimdi? Ben onu beklerken? Banyo kapısına bakarken inanamaz bir şekilde güldüm. Yerdeki kıyafetlerinin etrafından dikkatlice dolaşarak masasının yanında durdum, sandalyesini örten kıyafetlerin bir kısmını kaldırıp üzerine otururken yüzümü buruşturdum. Ağırlığımla gıcırdayan sandalyede hafifçe dönerken gergin bir iç çektim.

Sıkılmıştım. Biraz masasındaki ıvır zıvırlara baktım- el değmemiş görünen bazı okul kitapları, yıllar öncesinden kalma birkaç spor kupası, daha fazla kıyafet, devrilmiş bira kutuları ve birkaç boş karton sigara. Masanın arkasında küçük, tozla kaplanmış bir fotoğraf çerçevesi vardı ve onu o yığından dikkatlice çıkardım.

İçinde yaşlı bir kadının resmi vardı, saçları yeni grileşmeye başlamıştı ve yanında, koyu saçlı ve parlak gözlü genç bir çocuk duruyordu. Yaşlı kadın ona arkadan sarılırken gülümsemesi genişlemişti, kadının çocuğa bakarkenki buruşuk yüzü sevecendi.

Görüntüyü daha net görebilmek için camdaki tozu sildim, çocuk kesinlikle daha genç, daha masum bir Kim Mingyu'ydu. "Yani, oldukça sevimli bir çocuktu. Yazık olmuş."

Bunu söylediğim anda banyonun kapısı açıldı ve beklenen kişi sonunda ortaya çıktığında neredeyse fotoğraf çerçevesini düşürüyordum. Saçları ensesine yapışmıştı, su damlacıkları göğüs uçlarından aşağı süzülüyordu. Yeni yeni ortaya çıkan sakalları hafif bir şekilde kendini belli ediyordu ve dudağındaki piercing kayganlıkla parlıyordu. Boğazım kalınlaştı. Mingyu ona baktığımı fark ettiğinde kaşlarını kaldırdı, o anda kendime geldim ve hızla sandalyeden kalkıp gardırobuna doğru ilerledim.

sheets―Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin