28. Bölüm ❲Hile❳

535 92 72
                                    

Hyunjin'in yeşil ceketliye yaklaşma denemelerinin üçüncüsü de başarısız olunca bıkkın bir şekilde taburelerden birine kendini bıraktı. Yaklaştığı an genç, ışık görmüş tavşan gibi kaçıyordu. Durum bu haldeyken nasıl ona yanaşıp cebindeki anahtarı alacağını bilmiyordu.

Aslında bunu en başından tahmin ettiği için Chan ile iddiaya girip onun dikkatini yeşil ceketliye çekmişti. O anahtarın bir şekilde Hyunjin'in eline geçmesi gerekliydi.

Fakat işin içine rekabet girince Hyunjin'in kaybetmekten nefret eden benliği Chan'a yenilmeyi kendine yediremiyordu. Zihninde tüm ihtimalleri tarayıp başka bir çözüm üretmeye çalışıyordu.

Ne kadar kafa patlatsa da anahtarı Chan'ın alması dışında aklına bir şey gelmedi. Belki Daehwi'ye yalvarırsa lise günlerinde sınav kağıtlarını çalmaya ikna ettiği gibi anahtarı da çalmasına ikna edebilirdi. O zamanlar hiç yakalanmamıştı ikili.

Aklına gelen fikirle arkasına dönüp dört koldan çalışan arkadaşını buldu gözleri. Nefes almaya bile vakti olmayan arkadaşını buna asla ikna edemezdi. Ayrıca onu işinden ayırıp başını derde sokmak istemiyordu.

Umutsuzca dirseklerini dizlerine dayayıp ellerini yumuşak saçları arasından geçirdi. Başını elleri arasında tutup yüksek müzikli ortamda kendini ikna etmeye çalışıyordu.

Önemli olan yeşil ceketlinin onu takip etme amacını öğrenmesiydi. Bu uğurda bir kayıp önemli olmamalıydı. "Ama Chris'e kaybediyorum?" Kim olduğu da fark etmemeliydi. Tek yapması gereken bu taburede oturup Chan'ın anahtarı almasını beklemekti. Profesyonel davranmalıydı. "Yapabilirsin Hyunjin. Sadece bekle."

İkna olduğunu düşündüğünde başını kaldırdı ve arkasına yaslanıp etrafını incelemeye başladı. Gözleri istemsizce kahverengi saçlıyı arıyordu ama Chan görünürde yoktu.

"Yoksa kaçtı mı?" diye düşündü Hyunjin içinden. Ama sonra ihtimal vermedi çünkü Chan'ın da en az kendisi kadar rekabeti sevdiğini biliyordu.

Geçen dakikalardan sonra sadece beklemek olan görevinden sıkılan Hyunjin, kendine bir limonlu soda alıp taburesine geri dönmüştü. Oturur oturmaz ise onu izleyen gözler dikkatini çekmişti. Yeşil ceketli genç Hyunjin'in tam çaprazında kalan en uzak masaya oturmuş, kokteylini yudumlarken Hyunjin'i dikizliyordu.

Hyunjin onun bu rahatlığıyla dişlerini sıktı. Bu durum siyah saçlının sinirlerini bozmaya başlamıştı. Bu kadar amatörce gözetlerken nasıl oluyordu da bu kadar iyi sıvışmayı başarıyordu?

Üstelik her seferinde yakalanmadığını Hyunjin'in gözüne sokarcasına bara geri dönüyordu. Sanki Hyunjinle dalga geçiyordu.

Yakışıklı yüzün sinirle gerilen ifadesi, yeşil ceketlinin sırıtmasına neden olmuştu. Sırıtışıyla siyah saçlının kafasındaki şeytanlar genci bir an önce yakalayıp başını üç kurşunla taçlandırması gerektiğini söylüyordu. Öfkesi gence zevk veriyordu çünkü muhtemelen Hyunjin'in kolay sinirlenmeyen biri olduğunun farkındaydı.

Derin bir nefes alıp bakışlarını etrafta gezdirdi. Hyunjin öfkesine yenilecek kadar aptal değildi fakat Chan'ı bekleyecek kadar sabırlı da değildi. Bir an önce harekete geçmesi gerekiyordu. Kaşlarını çatıp etrafı imcelemeye başladı.

Tanıdık olmayan yüzler Hyunjin'in hafızasına kazınırken gözleri birinde takılı kaldı. Birkaç saat önce Chan'ı yiyecekmiş gibi bakan küt siyah saçlı kadın hala buradaydı. Hyunjin, aklına gelen fikirle kurnazca sırıttı. İşe yarayıp yaramayacağını bilmiyordu ama denemeye değer olduğuna karar verdi.

Redolent | HyunchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin