-4-
"Yarayla alay eder,
yaralanmamış olan."-Romeo ve Juliet, William Shakespeare
Artemis gözlerini açtığında sabah çoktan olmuştu. Hareketsiz bir şekilde sırt üstü uzanıp odasının tavanını seyrediyordu. Ne kadar uzun zamandır kalbinin böyle kırık olduğunu tahmin edemiyordu ama ona sanki yıllardır böyle hissediyormuş gibi geliyordu. Oysa çocukluğunu hatırladığında yüzünde aniden bir tebessüm yayılıyordu ancak bir daha asla çocuk olamayacak ve o günlere de bir daha asla dönemeyecekti.
Çocukluğunu özlemle hatırlamasının nedeni, o zaman gerçekten "Artemis" olduğunu hissetmesiydi. Şimdi ise Prenses Artemis'ten başkası değildi. Çocukken herkes ona sevgiyle yaklaşır ve yaptığı yaramazlıklara hiç kızmazlardı. Annesi ve dadısını sarayda peşinde oradan oraya sürükler sonrada gidip babasının pelerininin altına saklanırdı. Onu, orada kimsenin bulamayacağını bilirdi çünkü babası onun en güvenli sığınağıydı.
Artemis, tavanı seyretmeye ve bir yandan da çocukluk denizinde kulaç atmaya devam etti. Çocukken hep babasının yanında durmak ister ve o nereye giderse bir yolunu bulup onun peşine takılırdı. Saray görevlileri babasının arkasında duran bu küçük kızı gördüklerinde ona gülümser ve saçlarını okşarlardı. Babası ise her zaman Artemis'in hemen arkasında olduğunu bilir bu yüzden de adımlarını onun minik ayakları yetişsin diye yavaş atardı.
Biraz daha büyüdüğünde babası ona bir gün kendisinin çocukken kullandığı yayını gösterdi. Artemis yayı gördüğünde adeta büyülenmişti. Babası kızının bu halini görünce onda kendisinin çocukluğunu görür gibi olmuş ve yayını ona hediye etmek istediğini, eğer isterse ona ok atmayı da öğretebileceğini söylemişti.
Babasının her hareketine hayran olan Artemis için bu istek değil hayatının en önemli tutkusuydu. Artemis ilk ok atma deneyimini bugün bile hatırlıyordu. Minicik elleri yayı kavrayamıyor, ok sürekli yanlış tarafa gidiyor asla hedefin yanına bile yaklaşmıyordu. Elleri sürekli denemekten yara olmuştu ancak babasına baktığında onun kendisiyle gurur duyan yaşlı gözlerini gördüğünde hedefi bulana kadar ok atmaya devam etmişti.
Hedefi bulmayı öğrendiğinde ise artık iyice büyümüştü ve yaşına rağmen usta okçular gibi ok atmada maharetli olmuştu. Babası isabet ettirdiği her hedefte onunla gurur duyuyor ancak hiç bıkmadan daha iyisini yapmasını asla elindekiyle yetinmemesini öğütlüyordu. Artemis ellerinde hâlâ o günlerden kalma yara izlerinde parmaklarını gezdirdi. Çocukluğuna ait hiçbir şey ona acı verici ya da keder dolu gelmiyordu. Bilakis yaşadığı her şey o kadar mutluluk vericiydi ki bir daha asla o günlerde ki gibi mutlu olamayacağını biliyordu.
Ayağa kalkıp yatağının yanındaki çekmeceyi açtı ve içinde babasının her bir kızına özel olarak yaptırmış olduğu hançeri eline aldı. Ablaları arasında Artemis'ten başka onu bu kadar değerli gören de yoktu. Hepsinin hançerlerinin üzerinde italik şekilde ismi kazılıydı ve yanında da kraliyetin simgesi olan güneş sembolü vardı.
Ancak diğerlerinin aksine onun hançerinde "Artemis" değil babasının ona çocukken taktığı lakabı yani "Arty" kazılıydı. Artemis bu yazıyı görünce gülümsemeden edemedi.
Artemis hançerini beline koydu, günlerdir ziyaret etmek istediği bir kişi vardı ve bu kişi babasından sonra en çok saygı duyduğu kişi olan Bilge Barnaby'den başkası değildi. Onu hem festivalden önce görmek hem de içindeki bu sıkıntıları anlatıp biraz sohbet etmek istiyordu. Etrafında hiç arkadaşı olmadığından ve ailesindeki kimsenin –babası da dâhil- onu anlamadığını düşündüğünden geriye tek dert ortağı Bilge kalıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRALIN KIZLARI
Исторические романыGorg Kralı Harold'ın birbirinden güzel dört prensesi; Alberta, Diana, Emilia ve Artemis yaşayacakları kaderlerden habersiz babaları ve annelerinin yanında vakit geçiriyorlardı. Tanrı kaderimizi yazmıştı ve bu yazgı değiştirilemezdi, insan yaptığı se...