"Karşılıklı aşkın ateşiyle ısınırdı yürek..."
-Vişne Bahçesi, Anton Çehov
Alberta, daha önce hiç tatmadığı "aşk" duygusunun ağırlığıyla savaşıyor ve ilk defa yaşadığı bu duygunun ona nasıl hissettirdiğini anlamaya çalışıyordu. Aynaya baktığında kendine bunu itiraf etmekte bile zorlanıyordu. Alexander'ı önemsiyor, onun yanında iyi hissediyor ve onu kaybetmekten de korkuyordu ancak bunun yanında Alexander onun kalbini kıracak diye de düşünmeden edemiyordu.
Alberta, Alexander'la sarayın bahçesindeki göletin yanında konuştuğundan beri birkaç gün geçmişti. Bu sürede birkaç kere ona mektup yazsa da Alexander bu mektuplara oldukça soğuk cevaplar vermişti. Bu yüzden Alberta onu bir kez daha üzdüğü için kendini suçluyordu. Kendini sevilmeye layık görmüyordu, herkesi üzüyor, kırıyor ve etrafından uzaklaştırıyordu. Alexander, ona bu izdivacın gerçek olmasını söylediğinde ne kadar da şaşırmıştı. Alberta da bazen onun gibi çocuklarının olacağı hayalini düşündüğünde yüzünde bir gülümseme beliriyordu ancak hemen bu hayalleri gözünün önünden kovuyordu. Bir şekilde Alexander'la tekrar konuşması ve onun gönlünü alması gerekiyordu yoksa içindeki bu his hiç geçmeyecekti.
Bunun yanında Aragon Kralı Leonard, babasına mektup yazmıştı ve yakında izdivaç hazırlıklarına başlamak için geleceklerini söylemişti. Alberta, babası bu mektubu ona okuduktan sonra babasının gözlerine baktı. Kral Harold onun içinden geçen her şeyi biliyormuş gibi ona şefkatle bakmış ve "Alberta, yine mi kırdın onu?" diye sormuştu. Alberta, yanaklarına dolan pembeliği saklamak istedi, babasının yanında Alexander için ağladığını düşünmesini istemiyordu ve "Hayır baba." demişti. Kral Harold, onun saçlarını okşadı ve "Alberta, biliyor musun, ben Alexander'la sohbet ettiğimde senin ismini duyduğunda bile yüzünde bir mutluluk beliriyordu. Ona kızımı sakın üzme dedim. O da bana seni üzmeyeceğine dair söz verdi." demişti. Alberta, babasının gözlerine bakınca onun gözlerindeki tatlı hüznü görmüştü. Kral Harold, kızının koluna dokunmuş ve "Bir de ona ne dedim biliyor musun, kızım biraz inatçıdır, dikkat et." demişti. Alberta, babasına yavaşça vurarak "Baba, böyle söylemedin değil mi?" diye telaşla sormuş ancak kral ona eğlenerek bakmıştı. Alberta, babasının da Alexander'ın ona karşı sevgi beslediğini öğrenmesine hem mutlu olmuş hem de çok utanmıştı.
Prensesler sabah uyandıklarında kahvaltı masasına oturmak için geldiklerinde bir anda çığlık atmaya başladılar çünkü biricik kardeşleri Diana kahvaltı masasında oturuyordu. Hemen ona koşup sıkıca sarıldılar ve hepsi onu ne kadar özlediğini anlatmaya başlamıştı. Diana ise mahcup bir ifadeyle onlara bakıyordu. Diana'nın gözlerine baktıklarında eskisinden bile daha parıl parıl olduğunu gördüklerinde onun artık iyileştiğini anlamışlardı. Diana'nın dönüşü ve iyileşmesi herkesi çok mutlu etmişti. Adeta toprağın üstünden kar kalkmış ve ilkbahar çiçekleri açmaya başlamış gibi hissediyorlardı. Bütün gün Diana'yı alıp karşılarına konuştular, Diana onlara orada gördüklerinden ve yaşadıklarından bahsetti. Bayan Daphe'a ne kadar tembih etse de onu yılanın soktuğunu ve bir Şifacı'nın kurtardığını söylemişti. Bu yüzden onları telaşlandırmadan başından geçenleri anlattı. Ancak Kraliçe Fiona, hemen Hekim Valentino'yu çağırdı ve Diana'nın ayağını gösterdiler ancak Valentino onlara yaranın çoktan iyileştiğini söyleyince rahatladılar.
Herkes merakla Diana'ya bakıyor ve onun ne kadar değiştiğini düşünüyorlar ve sanki on yıldır onu görmüyormuş gibi ona sevgiyle bakıyorlardı. Kral Harold ise yanlarında oturmuş hiç konuşmadan sadece güzel kızının parıldayan gözlerini seyrediyordu. Diana, bir şeyler anlatırken babasına baktığında onun yaşlı gözlerine sevinçle bakıyordu. Babasının söylediği gibi her şey zamanla geçiyordu ve artık kendini hiç olmadığı kadar iyi hissediyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRALIN KIZLARI
أدب تاريخيGorg Kralı Harold'ın birbirinden güzel dört prensesi; Alberta, Diana, Emilia ve Artemis yaşayacakları kaderlerden habersiz babaları ve annelerinin yanında vakit geçiriyorlardı. Tanrı kaderimizi yazmıştı ve bu yazgı değiştirilemezdi, insan yaptığı se...