Ben geldimmmmmVe sizde hoş geldiniz.... Sevgili yeni okuyucularım, dalgalarım. Dalgakıranın bir yeni bölümüne hoşgeldiniz.
Çok sevdiğim yazarken duygudan duyguya girdiğim bir bölüm oldu. Geri dönüşleriniz okuduğumda çok mutlu oluyorum yazma şevkimi artırıyor.
Günü günden Dalgakıran ailesi büyüyor. (24.6)
Geçen bölüm çok rahat sınırı geçmişiz.
Sınır 150 vote-150 yorum.
Yorum yaparken zorlanmayacağınızı düşünüyorum zira çok sinir krizleri geçireceksiniz.
Çok uzatmadan iyi okumalar bol yorumlar.
Bölüm şarkısı: Mabel Matiz - Muphem.
(Dinleyin, dinletin ve bizden bir iz bırakın olur mu şarkıya?)
Mağlûp Olmaya Mahkum Savaşlar
İnsan kaderini kendi yazdığını düşünen canlılar arasındaki en zavallı varlıktı.
Aslında bu tamamen fiyasko bir düzmeceydi. Hiç bir şey elimizde değildi.
Koca, yarısı bizim için boyanmış bir tuvalin içine hapsolmuş bedenlerdik sadece.
Bazılarımızın rengi solmuş yıpranmış, bazılarımızınsa daha renkleri coşkuluydu.
Savrulduğumuz yerden durup baktığımızda gördüğümüz şeyler bazen gerçek anlamda şaşırmamıza sebep oluyordu.
Tıpkı o an Feridenin durup olduğu resimdeki yerine bakarken.
Sahi, soruyordu o an kendine, Feride neredeydi?
Bir mezarlıkta, durmuş on adım uzağındaki adamın sırtına bakıyordu.
Oldu olası mezarlıkları hiç sevmezdi. Rengarenk dünyasının kabusu gibiydi burası. Burada tek bir canlı renk yoktu. Her yer gri'ydi. Oysa en bi sevdikleride buna benzer bir mezarlıkta yatmıyorlarmıydı.
Düşünmemeliydi. Düşünürse duramazdı çünkü. Verdiği sözleri tutamazdı. Tuttuğu eli bırakamazdı.
Onun yerine gözlerini hiç bir yere değdirmeden hâlâ Cihangir'i izliyordu. Hiç bir mezar taşına bakmamak belkide kendisini koruma iç güdüsüydü.
Ölülerden korkuyor değildi. Daha doğrusu o dirilerden korkmaya daha çok alıştırmıştı kendini.
Bunu onun için yapmıştı. Kendine verdiği mezarlık sözünü sırf onun için çiğnemişti.
Bir kaç saat önce o bahçede olanlar belkide hayatı boyunca unutamayacağı bir anıydı artık.
Hayatını gözden geçireceği bir buhran anıydı o.
Ama şimdi durduğu konumda kendine baktığında belkide bundan sonra başına gelecekler bile artık önemsizdi.
Bu da zaten işleri daha da zorlaştırıyordu.
Sırf tek bir sözü için getirmişti onu buraya.
O leylak bahçesinin bir köşesinde, Cihangir kollarının arasında o dev cüssesiyle küçücük kalırken" Belki de bir daha asla buna cesaret edemeyeceğim Gülce, bilmiyorum. Senden istediğim beni anneme götürmen. Beni ona götürür müsün?"Dediğinde hiç düşünmeden evet demişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DALGAKIRAN
ChickLitKüçük bir serçenin kalbi var bende. Ne kışta sıcak bir yere göçmeye cesaretim, ne de kendi menzilimi terkedecek sadakatsizliğim vardı. Yorgun düşmüş, yıpranmış kanatlarım vardı sadece. Onlarda sağa sola çarpmaktan yaralanmış. Ve bir son bahar sabahı...